NAMİ GÖNENÇ

0
180

 

230 NAMİ GÖNENÇ

“SÜKSE NAMİ”

1942-1952

1931 doğumlu bir memur  çocuğuyum. Ülkenin ekonomik durumunun memur yardım sandıklarının pek düzenli olmadığı ailenin bütün yükünü erkeklerin taşıdığı bir süre içinde 1937 yılında babam vefat ettiğinde aile yaşantımız bir anda eksilere doğru kaymaya başladı.

Bu sıkıntılar içinde yaşantımızı sürdürmeye çalışırken bir şekilde Darüşşafaka’nın varlığından haberdar olarak müracaatımızı yaptık, imtihanlara girdim ve annem ile birlikte heyecanla sonucu beklemeye başladık. Bir süre sonra kazananlar arasında kurâlar çekilerek okula girecekler tespit edilip bittiğinde benim adım okunmadığı için annem ile birlikte boynu bükük okulu terk etmek üzere iken yetkili bir kişiye durumu anlatınca yetkili kişi kayıtlara bakarak benim okulu çok iyi derece ile kazandığımı o yüzden kuraya girmeden okula alındığımı söylediğinde üzüntümüz sevince döndü.

Okula başladığım gün bir çok arkadaşımın aksine ben hiç yanlızlık çektiğimi hatırlamıyorum.

Ekmeğin, gaz yağının patiskanın karne ile verildiği bu dönemde, sonradan farkına vardığım gibi, sevgili Darüşşafakamız da ülkedeki yokluk ve sıkıntılardan nasibini almış olmalı ki bizimle derslerin dışında ilgilenen hemen hemen kimse bulunmuyordu.

Bu yokluklar sırasında herkes ders saatleri dışında kendine meşgaleler yaratarak kimi okulun bahçesine kümes yapmış evcil güvercin beslerken kimi çelik çomak oynuyor, kimi de (ekmeğine) bez topla kıran kırana maç ediyordu. Bu günlerde, bir akşam yemeğinde artan ekmeğimi elime alıp koridora çıktığımda bir ağabey yanıma gelip,“Ekmeğini satarmısın?” diye sordu. O esnada başka bir ağabey elimdeki ekmeğe uzanarak, “Hayır bana satacak” deyince ben daha ağzımı açmadan bir kavga başladı. Bu kavgada bir ağabeyin gözlüğü kırıldı ve benim elimdeki ekmek parçası bir şekilde birinin eline geçti.

*****

 

Abi olmanın avantajları…

Daha sonra yıllar ilerleyip ben de büyümeye başladığımda ülkedeki yokluklar sürdüğü için hala Darüşşafaka’daki yokluklar da devam ediyordu. Bizler, ağabeyliğin verdiği rahatlıkla okulda kullanılan Trabzon yağının tahta fıçısının kenarlarında kalan yağları topluyor ve yemekhaneden çıkarttığımız ekmek dilimlerini alarak odun ile ısıtılan okul hamamının külhan denilen ocak kısmına gidiyor ve orada ekmeklerimizi kızarttıktan sonra üzerlerine yağ sürerek kendimize ziyafet çekiyorduk.

Ağabeyliğin nimetlerini başka yerlerde de yaşıyorduk. Mesela okulun berberi hepimizin saçlarını zannedersem 3 numara makine ile asker gibi tıraş ediyorken biz kendisine birkaç kuruş verip makineye taktığı bir parça ile saçlarımızın daha uzun kalarak kesilmesini sağlıyorduk.

 

Komple sporcu… Basketbolun yaşayan efsanesi…

Daha sonraki yıllarda spor yapmaya başladım. Orta okuldan itibaren futbol, voleybol , hentbol, takımlarında, oynadım hatta atletizm de yaptım. Hiç unutmam bir gün Haydarpaşa Lisesi’nin bulunduğu yerde yapılan kır koşusuna katıldığımda okulda lastik ayakkabı bulunmadığı için bize deriden yapılmış bale ayakkabısı gibi bir ayakkabılar vermişlerdi.

Yağmurlu bir günde Haydarpaşa’da yaklaşık elli talebenin katıldığı yarış başladı. O dönemde etrafı bomboş olan Haydarpaşa’da ayağımdaki ayakkabı ıslanmış olduğu için kayan deri ayakkabılarla koşarken bir arkadaşımın su birikintisinin içine elini sokmuş bir şeyler yaptığını gördüm. Ne yaptığını sorduğumda “ayakkabım büyük geldiği için su birikintisinin içine düştü ve kayboldu “ deyince bende yanına giderek ayakkabıyı aramasına yardım ettim. Ayakkabıyı bulduktan sonra yarışa devam ederek sonuncu olmadan ortalarda bitiş çizgisine vardık.

Sonra da ya biz çok iyi  atletleriz ya da yarışa katılanlar atlet bile değildi diye düşündük .

Okulumuz spor salonunda basket potaları vardı ama daha okullar arası basketbol müsabakaları yapılmıyordu. Bir gün okullar arası basketbol müsabakalarının başladığını öğrendiğimde muzipliğim tuttu okulun kalecisi Erzincanlı Salim ağabeyime  “Salim ağabey basket maçları başlayınca kaleci siz mi olacaksınız?” diye sordum ondan sonra da arızaya gelmemek için o kendini toparlayıncaya kadar yanından alelacele uzaklaştım.

*****

 

Lambalı radyo…

O dönemlerde hafta içinde okul dışındaki yaşamdan ve etkinliklerden hemen hemen hiç haberimiz olmuyordu ama biz uyanıklar bu yasağı da delmenin bir yolunu bulmuştuk. Sabahları Darüşşafaka caddesinde okulumuzun bahçesinde bulunan türbeye giderek  türbenin kırık camından Cumhuriyet kız lisesine giden içlerinde arkadaşlarımızın da bulunduğu kızların okula gidişlerini izliyorduk.

En büyük lükslerimizden birisi de hafta sonlarında izinden  dönerken Çarşamba pazarındaki turşucuya uğrayarak turşu yemek, turşu suyu içmek ve bir ayva alarak okula dönmekti.

Okulumuzda zannedersem bir adet lambalı radyo vardı. Bu radyo müdür yardımcısının odasında bulunurdu ve okulun dış köşesinde asılı olan bir hoperlora bağlı idi. Arada sırada maçlar olduğunda o radyo açılınca çoğumuz o köşeye toplanarak maçı dinlemeye çalışırdık. Ama radyodan o kadar çok parazit çıkardı ki spikerin ne dediğini pek anlayamazdık, sadece gol olduğunda duyabilirdik.

Bizim ot gibi büyüdüğümüzü açıklayabilmek için buna benzer daha bir çok anımı rahatlıkla anlatabilirim. Siz de benim bu yüzden dünyada bir eşi daha bulunmayan Darüşşafakamı kötülemek istediğimi düşünürseniz büyük bir yanılgıya düşersiniz. Çünkü olumsuz gibi görünen anılarıma rağmen Darüşşafakam günün şartlarına yöneticilerinin becerilerine  uygun olarak hayatıma büyük katkıda bulunmuştur.

*****

 

“ Şey, Hocam, Başaklıkta”

 

(Her türlü olumsuz koşullara rağmen hafızalarda iz bırakanların başında hep o elleri öpülesi Hocalarımız geliyor. Az önce okul yaşamındaki zorlukları anlatan Nami Ağabey’in Hocaları ile ilgili anılarına kulak verelim.)

Öğretmen maaşlarından tasarruf etmek amacıyla daha çok emekli öğretmenlerin işe alındığı bu dönemde Nimet Bey isimli bir tarih öğretmenimiz vardı. Nimet Bey önceki yıllarda düşük not veren sert bir öğretmen iken, oğlu vefat edince bir anda anlayışlı, sevecen ve iyi not veren bir öğretmen olduktan sonra Darüşşafaka’ya girdiği için sözlü yoklama yaparken tekleyen talebelere ön sıralardan yardım edilsin diye arkasını döner ve pencereden bakar gibi yapardı. Çoğumuz da öğretmenimizin bu davranışından yararlanırdık.

Bir çok derse girmeyen sonra yoklama kağıtlarını alıp değiştiren, yaptırdığı anahtar ile gece öğretmenler odasına girip öğretmen dolaplarını açarak not defterlerine istediği notları yazan gruptan ismini şimdi söylemek istemediğim bir arkadaş tesadüfen kaçmayıp sınıfta olduğu bir gün Nimet Bey tarafından derse kaldırıldı. Hoca kendisine İnkılap tarihinden bir soru sorduğunda beklenen oldu. Arkadaşımız “ Hocam kahraman ordumuz” gibi laflarla vakit geçirip saçmalamaya başlayınca Hoca durumu kurtarmak için, “ Oğlum  bu toplantı nerede oldu?” deyip arkasını dönerek pencereden bakmaya başladı.  Bu arada ön sırada oturan biri yavaşça “ Maşatlıkta” diye seslendi. Fakat kulağı ağır işiten arkadaşımız anlamayınca bu defa 3-4 kişi , “ Maşatlıkta, Maşatlıkta” diye seslendiler. Arkadaşımız yine anlamayınca bütün sınıf “ Maşatlıkta” diye bağırdığında öğretmenimiz arkaya dönüp tekrar “ Nerede toplanmışlardı oğlum?” diye sorduğunda  Arkadaşımız “ Şey, Hocam, Başaklıkta” diye cevap vermişti.

Eyüp Bey adında Darüşşafaka mezunu iyi kalpli bir kimya öğretmenimiz vardı. Yıl sonunda kimya dersi dahil 4 dersten fazla zayıfı olan talebelere “ Bu hafta kimyadan istediğiniz dersi seçin ve çalışın. Sizi haftaya çalıştığınız dersten imtihan edeceğim” dedi. Ertesi hafta bu grupta bulunan ve ders çalışmaktan hiç hoşlanmayan Arap Avni’yi derse kaldırdı. Çalıştım dediği derslerden ne sorduysa Arap Avni’den cevap alamayınca sinirlenen Hoca “ Ulan tahtaya su yaz otur” dedi ve Arap Avni neşeyle tahtaya “SU” kelimesini yazıp yerine oturdu.

Bu arada okulun sonlarına geldiğimde ülkede daha 2 metrelik vitamin çocuklarının bulunmadığı yıllarda Darüşşafaka kulubünün ilk şampiyon takımında basketbol oynama şerefini yaşadım.

*****

 

Darüşşafaka ile hiç kopmayan bağ…

Okul sonrası çalışma hayatımın 26 yılı Bankacılıkla, 16 yılı da özel sektörde idarecilik yaparak geçti. Bu dönem içinde bazı şirketlerde bana verilen bir masayı kullanarak  Darüşşafaka Derneğinde bir süre üye bir süre de Başkan olarak görev yaptım. Hazırladığım çeşitli etkinlikler ile camiamızı bir araya getirmek için çaba sarfettim. Daha sonra bazılarının en iyisini ben yaparım diyerek çatışıp kulübü terk ettikleri sırada kimsenin yönetime Sahip çıkmadığını görerek Darüşşafaka kulubünün Yönetimine ve Başkanlığına talip oldum. Başkanlığım süresince bu anlaşamayan grupların öfkeleri yüzünden  Cemiyetin kulübe yaptığı yardımlar kesildi ve o güne kadar spor salonunda antreman yapan  Darüşşafaka Spor Kulubü erkek basketbol takımı antreman yapmak için okul salonuna alınmadı. Daha sonra para verilerek oynatılan yarı profesyonel oyuncular takımı terk etti. Spor ve sergi sarayında aldığım saatlerde yapılan antremanlara çoğu talebe olan oyuncularım katılamadı.  Kulubün mali ihtiyaçlarını Bulut Buharalı, Halit Yurdaltilki ve Ben üstlendik takımın koçluğunu da eski basketbolcumuz İsmail Çiftaslan yüklendi. Çoğunluğu Darüşşafakalı öğrencilerden oluşan kız takımı da bir evvelki dönemin okula getirdiği arkadaşımız Niyazi Turan tarafından hazırlandı. Bütün bu kargaşa ve yokluklar içinde bir takım etkinlikler yaparak kazandığımız birkaç kuruşu  Bulut, Halit ve Ben takviye ederek kulubümüzü ayakta tutmaya çalıştık. Görevde olduğumuz süre içinde şampiyon olamadık fakat mali durumu bizden daha iyi olan takımlar küme düştükleri halde biz kümede kaldık. Ben bu başarımızı şampiyon olmuşuz gibi kabul ediyorum.

Görev yaptığım sürece Genel Kurul toplantılarına katılmayan arkadaşlarıma durumu anlatmak ve sorunlara çare bulmak için ayrıca 2 defa Olağanüstü Genel Kurul toplantısı tertipledim. İkinci Olağanüstü Genel Kurul toplantısında bir grup, yeni göreve talip oldu. Bu grup görevi üstlendiği günden itibaren para muslukları ve bütün imkanlar açıldı. Bütün yasaklar kaldırıldı. Darüşşafaka takımı eskisi gibi okulda antreman yapmaya başladı ve kulüp eski günlerine döndü.

Bu arada Darüşşafakalı arkadaşlarım ile birlikte Daçka İnşaat Şirketini kurduk ve bugün Ortaköyde Lokalimizin bulunduğu binayı yaptık. İş bittikten sonra da iflas ettiğimizi öğrendim. Bazı arkadaşlarım ile birlikte Şirketten hisseme düşen miktarı, aynı binada, bir kısmının satılarak lokal yapılması kaydıyla, Darüşşafaka Cemiyetine bağışladım.

Kulüpteki hizmetlerimden sonra adımı yazdıkları için 2003-2006 yılları arasında Darüşşafaka Cemiyeti yönetim Kurulunda görev yaptım. Bu süre içinde Huzur Evleri Komisyonunda ve Müze Komisyonunda çalışmalarım oldu. Cemiyet toplantılarında önüme gelen araştırma sonuçlarına göre diğer değerli arkadaşlarım gibi alınsın, satılsın ve yapılsın tarzında oy kullandım. Şimdi neden böyle oy kullandığımı kanıtlamak için Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanıyorum. İçinde bulunduğum iki mahkemenin birinden beraat ettim. Diğeri ise hala sürmektedir.

Şu anda okulda mevcut 11,000 kitabın dijitalize edilip, arşiv düzenlenmesi ve Darüşşafaka müzesinin hazırlanması için elimden gelen hizmeti vermeye çalışıyorum.

Benden yetişmem ve hayatımı kazanmamdan başka bir şey istemeden bütün imkanlarını benim için sarf eden bu aziz yuvayı yaşadığım sürece her zaman sevgi saygı ve şükran ile hatırlayacak ve ona olan şükran borcumu ödeyebilmek için çaba sarf edeceğim.

Darüşşafakalıların Darüşşafakayı daha iyi tanıyacağına ve tanıtacağına, ona ve Darüşşafaka ailesine kenetlenerek bu şahane kuruluşu layık olduğu yere getirmek için hizmet yarışında kuyruğa gireceklerine hem inanıyor hem de dua ediyorum.

Çünkü Darüşşafakaya hizmetin ibadetle eş değer olduğuna inanıyorum.

*****

(Nami Ağabey ile 80’li yılların sonunda Darüşşafakalılar Derneği’nde tanıştım. Bir dönem de aynı yönetim kurulunda çalışma şansı buldum. Nami Ağabey dış görünüşündeki ciddiyete karşın içinde kocaman bir çocuğu yaşatmaktadır. Her yaş döneminde delikanlıdır Nami Ağabey. Onunla birlikte çalışırken ilişkimiz ağbi-kardeş ilişkisinden öte çok yakın iki arkadaşa dönüşmüştü.

            Nami Ağabey Darüşşafaka’ya koşulsuz ve sınırsız bir aşkla bağlıdır. Hayatının her döneminde kendisine ne zaman ihtiyaç duyulmuşsa, hiç bir soru dahi sormadan, göreve soyunmuştur. Bu sene içinde, Darüşşafaka Cemiyeti yönetimi, müze ve arşiv merkezi kurulması görevini bana verdiğinde yardım isteyecek ilk isim olarak Nami Ağabey aklıma geldi. Nami Ağabey’in yıllardır müze ve arşiv belgelerimizi korumak için verdiği mücadeleyi biliyordum. Bu 78 yaşındaki delikanlı ricamı düşünmeden kabul ederek kolları sıvadı. Sanki maaşlı bir işte çalışıyormuş gibi her sabah saat 10.00 dan akşam 17.00’ye kadar müzede çalışmaya başladı. Bugün tarihimize ait elimizde kalan ne varsa Nami Ağabey’in çabaları sayesindedir.)

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here