ENDÜSTRİYEL FUTBOLUN GELİRLERİ
Yurt Gazetesi 21 Haziran 2015
Uluslararası kuruluşlar futbol kulüplerinin gelirlerini üç ana başlık altında toplayıp, analiz ederler. Bu üç ana başlık şunlardır;
1) YAYIN HAKKI GELİRLERİ: Maçların, yerel ve uluslararası yayın hakkına sahip TV kuruluşlarında elde edilen gelirlerdir. Avrupa liglerinde oynayan futbol kulüplerinin toplam gelirlerine baktığımızda, yayın gelirleri ortalama toplam gelirin %34-35’i civarındadır.
2) MAÇ GÜNÜ GELİRLERİ: Bu gelir kalemi, sezonluk bilet satış gelirleri, maç günü bilet satış gelirleri ve loca satış gelirlerinden oluşmaktadır. Bu gelir kalemi yaklaşık toplam gelirin %20-21’i civarındadır.
3) PAZARLAMA GELİRLERİ: Bu gelir başlığı altında, reklam, sponsorluk, ürün satış gelirleri ve dostluk maçlarından elde edilen gelirler vb. bulunmaktadır. Bu gelir kalemi de toplam gelirin yaklaşık %44-45’i arasında değişmektedir.
Bu üç gelir kaleminden Yayın Hakkı Gelirleri ve Pazarlama Gelirleri ülkelerin gelişmişlik durumları ile paralellik gösterir. Ülkenin toplam reklam ve pazarlama harcamaları ne kadar yükse o ülkede firmaların ve yayıncı kuruluşların futbola harcadığı paralar da o kadar yüksektir.
Yayın Hakkı Gelirleri doğrudan ülkenin TV reklam harcamaları ile doğrudan orantılıdır. Dünya’da en yüksek reklam harcaması yapan ülkelerin başında ABD gelmektedir. Bu ülkenin 2014 yılı itibariyle toplam reklam harcamaları 176 milyar dolardır. ABD’yi, 45,5 milyar dolar ile Çin, 44,5 milyar dolar ile Japonya izlemektedir. Yazımıza konu olan, futbolda öne çıkan, Avrupa ülkelerinden Almanya’nın 2014 yılı reklam harcamaları 24,5, İngiltere’nin ise 22,5 milyar dolardır.
Türkiye’nin aynı dönemdeki toplam reklam yatırımları ise sadece 3,5 milyar dolardır. Kişi başına düşen reklam harcaması İngiltere’de 366 dolar, Almanya’da 327 dolar, İtalya’da 186 dolar, İspanya’da 132 dolar iken Türkiye’de kişi başına düşen reklam harcaması sadece 42 dolardır.
Ülkelerin reklam harcamalarındaki bu farklılıklar futbol yatırımlarına da bire bir yansımaktadır. Reklam harcamalarının yüksek olduğu ülkelerdeki yayın kuruluşları futbol naklen yayınları için, az gelişmiş ülkelere kıyasla, çok yüksek ücretler ödemektedirler. Zira bu yüksek ücretleri futbol maçlarının yayınlarına aldıkları reklam ve sponsorluk gelirleri ile karlı bir yatırıma dönüştürebilmektedirler.
Futbolda söz sahibi olan Avrupa ülkelerinin TV yayın gelirleri ile Türkiye’deki yayın gelirlerini karşılaştırdığımızda aradaki uçurumu çok net olarak görebiliriz. Türkiye’de futbol yayın hakları ihalesi 2010 yılında gerçekleştirildi. İhale A, B ve C olmak üzere üç farklı sınıf için yapıldı. A paketi, ligin isim hakkını pazarlama, haftada en az dört lig maçı canlı olarak yayınlama, tüm maçların çekimini yapma ve bu yayınları uluslararası kuruluşlara pazarlama olarak tanımlandı. B paketi lig maçlarının geniş özeti ile üç dakikalık haber amaçlı görüntülerini başka kuruluşlara satma, C paketi ise gol görüntülerinin cep telefonlarından izlenmesini içeren mobil yayın hakkını kapsamaktaydı.
A paketini 321 milyon dolarla Digiturk, B paketini 40 milyon 210 bin dolarla TRT, C paketini ise 13 milyon 500 bin dolarla Türk Telekom aldı. Bu sonuçla ligdeki maçların yayın hakkı 2013-14 sezonu sonuna kadar toplam 374,7 milyon dolara bu üç yayıncı kuruluşa devredilmiş oldu. İhale sonrasında yapılan sözleşmedeki uzatma hakkını da kullanan kurum, 2014-15 sezonunda da lig maçlarını yayınlamıştır.
İngiltere’de Premiere Lig kulüplerine 2013-2014 sezonunda ödenen yayın hakkı gelirleri toplam 2,8 milyar dolar civarındadır. Manchester United bu sezon yayın hakkı gelirleri 145,8, Chelsea’nin 145,5 ve ligin en alt sıralarındaki Q.P.Rangers’ın 98,3 milyon dolardır. İngiliz liginin tepesindeki kulüplerin yıllık yayın hakkı gelirleri Türkiye’de yıllık toplam dağıtılan yayın gelirlerinden daha fazladır. TFF’nin 2014-2015 sezonu için dağıtacağı toplam kulüp payları ise sadece 450 milyon dolardır.
Bir başka karşılaştırmayı da büyük kulüplerin yıllık toplam gelirlerini inceleyerek yapmaya çalışalım: 2013/14 sezonunda Real Madrid’in toplam gelirleri 599, Manchester United’ın 564.6, Bayern Munich 531.4, Barcelona 528.2 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Türkiye’de Süper Lig’de faaliyet gösteren 18 kulübün 2013/14 sezonundaki toplam gelirleri yaklaşık 764,7 milyon dolardır. Yukarıda belirttiğimiz kulüplerin gelirleri ile karşılaştırıldığında Türk futbolunun Avrupa futbolu ile rekabette ne kadar geri düştüğünü açıkça görmekteyiz.
Türk kulüpleri ile Avrupa’daki kulüpler arasındaki bu mali uçurum dikkate alındığında Avrupa kupalarında yaşanan başarısızlığının nedeni daha iyi anlaşılabilir. Beşiktaş’ın, Şampiyonlar Liginde 391,6 milyon dolar gelire sahip Arsenal’e kök söktürmesi, UEFA liginde 235,2 milyon dolar geliri olan Tottenham ve 333,4 milyon dolar gelire sahip Liverpool’u elemesi büyük bir başarı olarak görülmelidir.
Türkiye’de toplam futbol gelirinin %50,5’ini Üç Büyükler olarak adlandırılan kulüpler elde etmektedir. Toplam futbol gelirlerinden Fenerbahçe %20,9, Galatasaray %20,2, ve Beşiktaş %9,4 pay almaktadırlar. Beşiktaş’ın bu rekabette geri kalmasının nedeni, şampiyonluk sayısının az olması ve son iki sezondur stadyum inşaatı dolayısıyla Maç Günü Gelirlerinin düşmesidir.
Avrupa’nın önde gelen kulüplerinin gelirlerinin dağılımına baktığımıza farklılıklar görmekteyiz. Aşağıda tablo Avrupa’nın en yüksek gelire sahip 20 takımının gelir kaynaklarını göstermektedir.
Yazımızın başında Avrupa’nın mali açıdan önde gelen kulüplerinin gelir dağılımında, Pazarlama Gelirleri payının %44-45, Yayın Gelirleri payının %34-35, Maç Günü Gelirleri payının ise %20-21 civarında olduğunu söylemiştik. Ancak yukarıdaki tabloya baktığımızda bazı kulüplerin gelirlerinin bu dağılım ortalamasından çok fazla saptığını görmekteyiz. Real Madrid ve Manchester United’ın gelirlerinin dağılımı yukarıda belirtilen genel dağılımla uyum gösterirken, Bayern Münich’in toplam gelirlerinin %60’ı, Paris Sanit-Germain’in %68’i pazarlama gelirlerinden oluşmaktadır. Bu iki kulübün pazarlama faaliyetleri ayrı bir inceleme konusu olmalıdır. Diğer yandan ise, Juventus, Tottenham, Atletico Madrid, Napoli, Inter, New Castle, Everton gibi takımların gelirlerinin %50’den fazlasının Yayın Gelirleri olduğu görülmektedir. Belli ki bu kulüplerin pazarlama faaliyetleri diğer kulüpleri göre daha az başarılıdır.
Türkiye’de ise gelirin dağılımında Avrupa ortalamalarını alt üst edebilecek bir farklılaşma mevcuttur. Yayın Gelirleri toplam gelirin %73’ünü oluşturmaktadır. Pazarlama ve Maç Günü Gelirlerinin toplam gelire oranı ise %27’dir. Kulüpler bazında incelediğimizde, gelir dağılımı Avrupa ortalamasına en yakın takım Fenerbahçe’dir. Fenerbahçe’ni Yayın Gelirlerinin toplam gelirine oranı %35’dir. Bu oran Galatasaray için %57, Beşiktaş için %64’dür. Fenerbahçe Türkiye’de en çok Pazarlama ve Maç Günü Geliri elde eden kulüptür. 2013/14 sezonunda Fenerbahçe bu iki gelir kaleminden toplam 105 milyon dolar elde ederken, Galatasaray 66,1, Beşiktaş ise 25,9 milyon dolar elde etmiştir.
PAZARLAMA GELİRLERİ
Kulüplerin Pazarlama Gelirleri üç ana faaliyet alanından oluşur. Bunlar; Sponsorluk faaliyetleri, mağazacılık ve dostluk maçlarıdır.
Sponsorluk gelirleri kulüplerin Uluslararası liglerine katılması ve yerel ligdeki başarısı ile doğrudan orantılıdır. Sponsor firmalar, öncelikle toplum nezdinde sevilen, taraftarı olan ve prestiji yüksek olan kulüpleri tercih ederler. Bunun yanı sıra markalarının mümkün olan en fazla kişi tarafından görülmesini isterler. Bundan dolayı da Uluslararası liglere katılacak ve kendi ligini üst sıralarda tamamlamış takımlara yatırım yaparlar.
Kulüpler değişik faaliyetleri için sponsor arayışına girdiklerinde genellikle irili ufaklı onlarca firma ile sözleşme imzalarlar. Sponsor sayısının çokluğu aslında kulüplerin pazarlık gücünü düşüren bir faktördür. Bu konuda Barcelona kulübünün 2003 darboğazından çıkarken uyguladığı strateji pek kulübe örnek olmuştur. Dönemin Barcelona yöneticileri strateji şöyle açıklamaktadırlar;
“Küçük bir satış yapmakla büyük bir satış yapmanın ya da küçük bir kontratla daha geniş kapsamlı bir kontrat için yeniden pazarlık yürütmenin maliyetinin birbiriyle aynı olduğu genel ilkesine dayanarak, sponsor sayısını azaltmaya başladık. Birkaç adet yüklü sözleşmeye sahip olmak, bir sürü küçük sözleşmeden daha iyi oldu.”
Mağazacılık gelirlerini etkileyen faktörler ise çok çeşitlidir. Öncelikle mağazada satılan ürünlerin çeşitliği ve fiyatları oldukça önemlidir. Forma satışları çok önemli olmasına rağmen artık günümüz taraftarları günlük hayatta tükettikleri her üründe tuttuğu takımın markasını görmeyi arzu etmektedir. Dolayısıyla günlük yaşamda kullanılan her türlü ürün kulüp markası ile tüketiciye sunulabilir durumdadır.
Bunu söylerken fiyat faktörünü gözden kaçırmamız gerekmektedir. Taraftarlar, takımlarının markasını taşıyan ürünleri biraz daha fazla ücret ödeyerek satın almayı kabul edebilirler. Ancak bu fiyat farkı kabul edilebilir olmalıdır. Aldıkları ürünler için, ürünün normal fiyatının %30 ve üzerinde bir fiyat ödemek zorunda kalırlarsa, ya o üründen satın alma sıklığı düşer ya da piyasada satılan korsan ürünlere yönelirler. Ülkemizde 900 TL civarında asgari ücret alan bir taraftarın 100-150 TL arası bir fiyat ödeyerek forma alması bütçesini oldukça zorlamaktadır. Hele iki bu taraftarın iki de çocuğu var ve bu çocuklar da forma istiyorsa, bu taraftarın ya kulüp mağazalarından uzak durması ya da korsan ürüne yönelmesi büyük olasılıktır.
Mağazacılıkta önemli bir faktör de yaygınlık ve kolay ulaşılabilirliktir. Günümüz tüketi alışkanlıklarında e-ticaretin önemi her gün artmaktadır. Kolay ulaşılabilirlik sorunu internet mağazacılığının geliştirilmesi ile sağlanabilir. Ancak yine de insanlar alacakları ürüne dokunmak ve incelemek istemektedirler. E-ticarette de artık yeni bir dönem başlamaktadır. Bu dönem Fizidijital (fiziksel ve dijital) olarak adlandırılmaktadır. Örneğin internet üzerinden alışveriş yapan bir kişi, ürün teslimini beklemeden mağazaya gidip ürününü kendi teslim almak istemektedir. E-ticaret firmaları artık bu yeni kavram üzerine geliştirme yapmaktadırlar.
Mağazaların yaygınlığı işletme masraflarını da beraberinde getirmektedir. Çok fazla mağaza sayısı fazla kar etmek anlamına gelmemektedir. Etkili yerlerde mağaza açmak ve Nike ve Adidas gibi küresel markalarla sponsorluk anlaşması yaparak bu firmaların mağazalarında ürünlerini satmak karlılığı doğrudan etkileyen faktörlerdir. Kulüpler, bu tür sponsorlar sayesinde ürünlerinin tüm dünyada ulaşılabilir hale getirebilmekte ve satışların artırabilmektedirler.
Pazarlama gelirleri başlığı altında bir de dostluk maçlarından söz etmiştik. İleriki bölümlerde bahsedeceğimiz üzere kulüpler kabul ettikleri stratejilerine göre konumlarını belirlemektedirler. Global kulüp olmayı benimsemiş kulüplerin dünyanın her yerinde taraftarları mevcuttur. Barcelona, Real Madrid, Bayern Münich, Juventus gibi kulüpler taraftarlarının bulunduğu tüm pazarlara ulaşmak isterler. Bunun en kolay yolu buralarda dostluk maçları yapmaktır. Kulüp takviminin izin verdiği ölçüde gerçekleştirilen bu dostluk maçları ile hem hazırlık maçları yapılmış, hem kulüp para kazanmış hem de yeni taraftarlar kazanılarak pazarlama gelirleri artırılmış olur. Bizim ligimizin büyük takımları da genellikle sezon öncesi hazırlık dönemleri yurtdışında gerçekleştirmektedirler. Ancak hazırlık maçlarının önemli bir kısmını, gittikleri ülkelerin en zayıf takımları ile yaptıklarından, yukarıda bahsettiğimiz fayda ve gelirleri elde edememektedirler.
Bazı kulüpler daha ileri giderek, kendi ülkeleri dışında futbol akademileri kurarak hem genç yetenekleri keşfetme hem de buralardaki faaliyetlerle yeni taraftalar elde etmek ve pazarlama gelirlerini artırmaktadırlar. Bunun bir adım sonrası ise Franchise modelidir. Büyük kulüpler, elde ettikleri başarı ve özgün bilgi birikimlerini kullanarak diğer liglerdeki takımlarla ortaklığa gideceklerdir.
MAÇ GÜNÜ GELİRLERİ
Bu gelir kalemi altında toplanan gelirler yalnızca maçın oynadığı gün elde edilen gelirler anlamına gelmemektedir. Maç günü elde edilen gişe gelirlerinin yanı sıra, sezonluk bilet satışları, loca satış gelirleri, stadyum içinde elde edilen satış gelirleri ve stadyumun maç günü dışındaki aktivitelerinden elde ettiği gelirlerden oluşur.
Bu söylenilenlerin gerçekleşmesi için öncelikle yeterli sayıda koltuğa sahip bir stadyum ve maça gelecek taraftara ihtiyaç vardır. Ayrıca maç bilet fiyatları da dengeli olmalıdır. Ne fazla pahalı ne de ucuz olmamalıdır. Stadyumları doldurmanın bir diğer koşulu da fanatik taraftarları stadyumdan uzak tutmaktır. Tribünde devamlı kavga çıkartıp, kulübünün yerel ve uluslararası federasyonlardan ceza almasına neden olan taraftarlar, kulübüne daha fazla faydalı olabilecek taraftar kitlesini de kaçırmaktadırlar.
Kulübe üye olan taraftar sayısı ne kadar çoksa stadyum ve pazarlama gelirleri de aynı oranda artış gösterir. Ülkemizde kulüpler, kulüp üyeliğini ekonomik olarak zorlaştırmaktadırlar. Zira, kulüpleri yönetenler kontrolün ellerinden kaçacağından korkmaktadırlar. “Ben genel kurulu seçerim, genel kurul da beni” anlayışı kulüplerimizde hakim düşünce biçimidir. Oysa kulübe üyelik, aidiyet duygusunu artıran önemli bir faktördür. Bu duygu kulübe destek olmak için maddi imkanları seferber eder.
Barcelona kulübü 2003 yılı krizinden çıkarken üye sayısını artırma ve üyelik veri tabanını düzenleme kararı almış. Ölmüş ama halen üyeliği devam eden 9000 üyenin işlemleri işe başlamışlar. Üyelik kartlarını elektronik karta dönüştürdükleri için tüm üyeler gerçek bilgilerini kulüple paylaşmak zorunda kalmışlar. Yeni üyelik başvurularını teşvik etmek için üç kavramdan yola çıkmışlar; 1- Sesini duyurma ve seçme hakkı; 2- Biletlere ve sezonluk biletlere erişim; 3- Kulüp üyelerinin yararlanacağı genişletilmiş ayrıcalıklar. Ayrıca üye kayıt ücretini de iptal ederek sadece yıllık aidat almışlar. Bu sayede Barcelona’nın 2008 yılındaki üye sayısı 165,000’e yükselmiş. Bu sayede Barcelona’nın sezonluk bilet satışları 90 binlere ulaşmış.
Yukarıda saydığımız üyelik politikaları sayesinde, Avrupa’daki pek çok büyük kulübün sezonluk bilet satışları yıllar öncesinden tükenmiştir. Bu kulüplerden sezonluk bilet alabilmek için yıllarca kuyrukta beklenmektedir. Pek çok kulüp, sezonluk bilet alan taraftarlarına bu bileti torunlarına miras bırakma hakkı tanımıştı. Yani nesilden nesile taraftarlar dedelerinin yıllarca önce aldığı koltukta hak sahibi olmakta ve o koltukta oturmaktadırlar.
Ülkemizde taraftarlık konusu diğer ülkelere göre farklı bir boyuttadır. Türkiye’deki tüm illeri temsilen birer futbol takımı bulunmaktadır. Ama ait olduğu kentin ya da kasabanın takımının taraftarı olma duygusu pek fazla gelişmemiştir. Avrupa’daki, kasabalarının takımlarını tutan ve maçına giden taraftar profiline ülkemizde rastlayamamaktayız.
Ülkemizdeki tüm futbol taraftarlarının nerdeyse %70’i üç büyük kulüpten birisini tutmaktadırlar. Geriye kalanlar taraftarların büyük bir bölümü ise kendi takımlarının yanı sıra ikinci takım olarak bu üç kulüpten birini tutmaktadırlar. Trabzonspor ve Bursaspor taraftarları bu iddianın dışındadırlar. Örneğin Kayseri şehrini ele alalım; Bu şehrin iki takımı mevcuttur. Bu şehre yaptırılan stadyum pek çok Avrupa ülkesindeki stadyumlardan çok daha iyi ve fonksiyoneldir. Ancak, bu şehrin takımları üç büyük kulüple yaptıkları maçlarda dahi stadyumlarını dolduramamaktadırlar.
Stadyum gelirlerinin sadece maç günü gelirlerden oluşmadığını söylemiştik. Stadyumların haftanın yedi günü yaşayan ve çalışan yapılar durumunda olması gerekmektedir. Aksi takdirde bu büyük yatırım, iki haftada bir oynanacak maçların gelirine mahkum edilir ve kötü başarısız bir yatırım haline dönüşür. Stadyumlara yapılacak kafeler, barlar, alışveriş merkezleri ve özellikle de kulüp müzesi önemli gelir kaynağı oluşturmaktadır. Barcelona ya da Madrid’e giden turistler, tur şirketleri tarafından mutlaka bu kulüplerin stadyumlarına götürülür ve birkaç saat vakit geçirmeleri sağlanır. Bu süre içinde birkaç yüz Euro parayı kulübe harcadığınızın farkında bile olmadan ayrılırsınız.
GELİR MAKASI BÜYÜK KULÜPLER LEHİNE AÇILIYOR
Avrupa’nın önde gelen futbol takımları, hem kendi liglerinde hem de Avrupa liglerinde rakipleri ile arayı açıyorlar. Aynı durum yerel liglerde de geçerli; yerel liglerin önde gelen takımları da kendi liglerindeki diğer takımlarla arayı açıyorlar. Bu durumun müsebbipleri ise UEFA ve yerel federasyonların adaletsiz gelir dağıtım modelleridir.
UEFA, uluslararası turnuvalarda Şampiyonlar Ligi’ne özel bir önem vermektedir. Dağıtılan Şampiyonlar Ligi gelirleri ile UEFA Avrupa Ligi gelirleri arasında dağlar kadar fark vardır. 2014-2015 sezonunda, Şampiyonlar Ligi’ne katılan 32 kulüp, televizyon yayını haklarından oluşan pazarlama havuzu gelirinden ayrı 500,7 milyon Euro’yu bölüştüler. Avrupa Ligi’nde mücadele edecek 48 takım ise 125,25 milyon Euro’luk para ödülü pastasından pay aldılar.
UEFA’nın 2015-18 döneminde Avrupa kupalarında dağıtacağı para ödüllerinin Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi’ne göre dağılımı aşağıda gösterilmektedir. Söz konusu yeni dönemde UEFA Avrupa Ligi lehine bazı iyileştirmeler yapılmış olmasına rağmen bu iki ligin geliri arasındaki gelir adaletsizliği ortadadır. Elbette, yerel ligleri üst sıralarda bitirmiş takımlar elde ettikleri başarıdan dolayı ödüllendirilmelidir. Ancak aradaki fark bu kadar büyük olmamalıdır.
Türkiye Süper Lig’inde de benzer bir adaletsiz durum mevcuttur; Süper Lig’de naklen yayın gelirlerinin %35′ tüm takımlara eşit olarak, %11’i şampiyon olmuş 5 takıma şampiyonluk sayılarına göre, %45’i performansa bağlı olarak başarı primi şeklinde, geriye kalan %9’u ise ilk 6’ya giren takımlara başarı primi olarak dağıtılmaktadır. Geçmiş yıllarda elde edilen şampiyonlukların kesintisiz olarak ödüllendirilmesi, şampiyon olamamış takımlar aleyhine sürekli bir adaletsizlik yaratmaktadır. Almanya modelinde geçmiş performans ödülü üç yıl ile sınırlandırılmıştır. Ülkemizde ise 1959’da kazanılan şampiyonluk bile her yıl ödüllendirilmektedir.
Avrupa’nın yerel liglerinde de federasyon ve yayın gelirleri adaletsiz olarak dağıtılmaktadır. Şampiyon olan ve Şampiyonlar Ligi’ne katılan takımların, pazarlama ve maç günü gelirleri de federasyon ve yayın gelirleri ile doğru orantılı olarak artış göstermektedir. Bu da ligin üst sırasındakiler ile alt sıralarındakiler arasındaki gelir makasının üsttekiler lehine açılmasına neden olmaktadır.
Başarılı takımlar, her yıl elde ettiği bu yüksek gelirlerle piyasadaki en iyi futbolcuları en yüksek fiyatlarla bünyelerine katmakta ve rakiplerine karşı çok büyük bir üstünlük sağlamaktadırlar. Yüksek ücretlerle yapılan transferler ise futbol piyasasında yüksek enflasyon yaratmakta ve finansal olarak güçlü olmayan kulüplerin iyi futbolcuları transfer etme imkanlarını daraltmaktadır.
Avrupa’nın en pahalı ligleri ile diğer ligler arasında da gelir ve değer açısından uçurumlar oluşmuştur. Yerel liglerde oynayan takımların kadro değerlerine göre yapılan analizlerde en pahalı ligin İngiltere Premiere Ligi olduğu görülmektedir. Aşağıdaki tablo bu dengesiz dağılımı ve Türkiye’nin bu sıralamadaki yerini çok güzel bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Türkiye Süper Liginde de bu uçurum gün gibi ortadadır. En yüksek kadro değerine sahip olan takım Galatasaray’dır. Galatasaray’ın değeri 160, Fenerbahçe’nin 151,1, Beşiktaş’ın 102,3 milyon Euro’dur. Şampiyonluk yaşamış diğer iki takımdan Trabzonspor’un kadro değeri 67,8, Bursaspor’un ise 59,38 milyon Euro civarındadır. Ligin orta sıralarındaki takımların kadro değerleri 45-25 milyon aralığında dağılırken, alt sıralardaki takımların değerleri 20-10 milyon aralığındadır. Bu sezon Süper Lig’de mücadele eden Balıkesirspor’un kadro değeri ise sadece 4,65 milyon Euro’dur.
Bu gelir ve değer dağılımı sayesinde, dünya futbolu artık “Yukarıdakiler” ve “Aşağıdakiler” olarak iki sınıfa bölünmüş durumdadır. Bu sınıflama hem ülkelerin ligleri arasında hem de yerel liglerin kendi içerisinde mevcuttur.
Bu keskin bölünmede sınıf atlamak artık imkansız görülmektedir.