GENÇLERİMİZE ÖZÜR VE TEŞEKKÜRLERİMLE…
Okulda öğrettikleri üzere, yazılarımı Giriş-Gelişme-Sonuç sistemi ile yazmaya çalışırım. Ancak son 10 gündür yaşadıklarım bildiğim tüm sistemleri altüst etti. Sadece benim değil, tüm ülkenin, hatta tüm dünyanın bildiği klasik sistemleri altüst etti. Dolayısıyla, sistemsiz başlayıp, sistemsiz biten bir yazıyı görüşlerinize sunuyorum. (Bu yazıya resim koymak gelmedi içimden, nedenini bilmiyorum)
ÖNCELİKLE ÖZÜR BORCUMU ÖDEYEYİM
78 kuşağındanız ya, düne kadar, her türlü mücadelenin en iyisini biz verdik duyguları ile yaşadık. Muharip gaziler gibi her fırsatta ‘bizim gençliğimizde’ ile başlayan cümlelerle gençliğimizde yaptığımız mücadeleyi ballandıra ballandıra anlattık. Hatta bugün yaşanan sahte demokratik ortama kanıp, bu ortamının gerçekleşmesinde bizim geçmişte verdiğimiz mücadelenin büyük payı olduğuna inandık.
Sizleri apolitik diye, toplumsal olaylara duyarsız diye, bencillikle suçladık. Hakir gördük, hatta aşağıladık. Ama son on günde yaptıklarınızla sadece iktidara tokat atıp kendine getirmediniz; o tokattan biz de kendi payımıza nasiplendik. Ellerinize sağlık! Bundan sonra, ‘bizim gençliğimizde’ diye başlayan bir cümle kurarsam dillerim kopsun. Biliyorum hiç ihtiyacınız yok ama sizi suçlayacak olanların karşısına da bir ‘avukat’ınız olarak çıkmazsam namerdim.
Bize öyle bir ders verdiniz ki, Aşk olsun size çocuklar!
SİZLERİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK
Aranıza ilk kez 30 Mayıs Perşembe günü katıldım. İtiraf edeyim, benim katılma nedenim Gezi Parkındaki ağaçlar değildi. Gezi Parkı’nı korumak için gece orada sabahlayan bir avuç ‘Spartaküs’e yapılan şafak baskınına sinirlendiğim için geldim oraya. Yaşım 54 olsa da yine de serde delikanlılık var ya, o baskını kahpece buldum, onun için bu yaştan sonra çapulcu oldum. Tabii ki, oğlum ve kızımın da çapulcu olma faktörünü de belirtmeden geçmeyeyim. Babalık ve koruma içgüdülerim de Taksim’e çıkma nedenlerim arasındadır.
Bizim gençliğimizden çok farklıydınız. Bir kere ne parkanız ne de postalınız vardı. Hadi, mevsim yaz diyelim; meydanlara eylem yapmaya çıkıyorsun, insan üzerine bir haki renkte gömlekte mi giymez? Ellerinizde ne molotof kokteyli ne de silah vardı. Bıçak ve sopalarınız da yoktu. Sadece gözlerinizi ve ağzınızı koruyan maskeler ve ellerinizde sirke, süt, limon vs gibi karışımlardan yaptığınız ilaçlarınız vardı. Polise karşı tek silahınız, size atılan gaz bombalarıydı; onları yerden alıp geri atıyordunuz. Biliyorum, elleriniz yanıyordu ama yine de o sıcak fişekleri alıp, gerisin geriye yolluyordunuz. Buna rağmen polise karşı saatlerce, günlerce direndiniz. Bir adım geri atmadınız.
Her ne kadar İstiklal Caddesi girişinde her saldırıdan sonra, ‘Amcanın yüzünü temizleyin’ deyip yardımıma koştuysanız da, o gece fazla dayanamadım gaza, eve döndüm. Ama uyuyabilirsen uyu, aklımda hep siz vardınız. O gencecik fidanları yalnız bırakıp geldiğim için vicdanım beni uyutmadı. Sabahı zor ettim.
Sabah ilk işim gaz maskesi aramak oldu. Tabii ki bulamadım. Ama deniz gözlüğü de bu işi görür deyip, en iyisinden bir dalış gözlüğü aldım. Bir de doktor ameliyet maskesi uydurdum ve yallah geldim yanınıza. Üç saniyede bir atılan biber gazına rağmen direndiniz. Gazdan etkilenenleriniz geri çekilirken arkada bulunanlarınız ön saflara geldiniz. Daha sonra onlar geri çekilip, daha gerilerde olanlarınız ön saflara koştunuz. Ama bir adım gerilemediniz. Sonunda Cumartesi günü polisin Taksim’den çekilmesine neden oldunuz. Aşk olsun size çocuklar!
ŞAŞKINLIKTAN DİLİMİ YUTTUM
Olaylar esnasında gördüklerim benim için tam bir şoktu. Yoğun gaz ve polis şiddetinden bahsetmiyorum. Bu gençlere sahip çıkan, kapılarını açan, her türlü ihtiyacını karşılayan hanehalkları ve esnaftan bahsediyorum. Polisin jammerlarla haberleşmeyi engellediği anda kablosuz internet hesaplarını açanlar, gaz saldırısında yaralananlar sığınsın diye evlerinin camlarına beyaz havlu asan aileler, evlerinin revir haline gelmesine müsaade edenler…
Bu görüntüler benim için bir halüsinasyondu. Nasıl olur da esnaf, oteller, halk kapılarını çapulculara açar ve onları korurdu? İşte bunu anlamakta zorluk çekiyordum. Böyle bir halk desteği dünyanın neresinde gerçekleşmişti? Sonra anneler, babalar, evdeki teyzeler, dayılar da sokağa çıktılar. Çocuklarına destek verdiler. Onlarla omuz omuza direndiler. Kıskanmadım desem yalan olur. ‘Bizim gençliğimizde’ (son kez kullanıyorum bu lafı) değil bize destek olmak, köstek olurlardı. Çünkü bizim elimizde molotof kokteyli, silah vardı. Bu çocukların ise ellerinde sadece isyanları var.
Yaşadığım bir başka şok ise, hayatta bir araya gelmesi mümkün değil gibi görünen toplum kesimlerinin birlikte mücadele etmesiydi. ‘Tiki’ diye tabir edilen gençlerle ‘apaçiler’, ülkücülerle devrimciler, İslamcılarla ateistler, Kürtlerle ulusalcılar bir aradaydılar. Kimse yanındakini rencide edecek bir şey söylemiyor, tam tersine birbirine sevgiyle sarılıyordu. En şaşırtıcı olanı ise futbol seyircisinin kol kola girmesiydi. Bir Fenerbahçeli ile Galatasaraylının, bir Beşiktaşlı ile Bursasporlunun, bir Karşıyakalı ile Göztepelinin aynı eylemde omuz omuza direneceğini bir hafta önce söyleseler güler geçerdim. 1999 depreminden sonra bir daha görmediğim bir toplumsal dayanışma yaşandı. Bunu da bu ‘tıfıllar’ gerçekleştirdi.
Peki eylemden sonraki sabah el ele verip kirlettiği meydanları temizlemelerine ne demeli? Çok kıskanıyorum sizleri, Aşk olsun size çocuklar!
ANLADIĞIMI ZANNETTİKLERİM
Ben 30 senelik araştırmacıyım, elimde sağlam veri olmadan gözleme dayalı çıkarsamalar yapmaktan imtina ederim. (Hay Allah, kaçınırım yazmam gerekirdi. Özür dilerim.) Sizler yoğun gaz saldırısı altında direnirken, davranışlarınızın nedenlerini görmeye çalıştım. Gösterdiğiniz yoğun dayanışma duygusal olarak beni o kadar çok etkilemişti ki, sağlıklı bir analiz yapmam mümkün değildi. Ta ki Bilgi Üniversitesinin yaptığı araştırma elime geçene kadar.
Bu araştırmanın kullandığı araştırma yöntemi ve örneklemi hakkında bir sürü tartışma yapılabilir. Ama önemli olan, eksik de olsa böyle bir araştırmanın yapılmış olmasıdır. En zayıf veri bile olmayandan iyidir. Şimdi araştırma kuruluşlarına düşen görev bu gençlerle daha kapsamlı araştırmalar yapmaktır.
Araştırma sonuçlarına göre;
Eylemcilerin %39.6’sı 19-25; %24’ü 26-30 yaşları arasında. Yani çok genç bir kesim.
Bu gençlerin %53.7’si daha önce hiç bir kitlesel eyleme sokağa çıkarak katılmadı. %70’i kendini hiç bir siyasi partiye yakın hissetmiyor, %14.7’si bu konuda kararsız. Yalnızca %15.3’ü ise kendini bir siyasi partiye yakın hissediyor.
Bu ilk sonuçlar başta Başbakan olmak üzere tüm Muktedir Zevatın, ‘marjinaller’, ‘illegal örgüt üyesiler’, ‘bir avuç çapulcular’ söylemlerini yalanlıyor.
Protestolara katılanların %81,2’si kendilerini en çok “Özgürlükçüyüm” nitelemesinin tanımladığını iddia ediyorlar. Bu cevabı %64,5’lik bir oranla “Laikim” seçeneği takip ediyor.
“Apolitiğim” seçeneğine katılmıyorum diyenlerin oranı %54.5. Protestolara destek verenler arasında, kendilerini tanımlarken “Ak Parti seçmeniyim” nitelemesine katılmıyorum diyenler %92.1 oranında. “Muhafazakarım” seçeneğine katılmıyorum diyenlerin oranı ise %75.0.
Peki neden meydanlara çıkmıştı bu çocuklar, ne istiyorlardı? Onun da cevabı aşağıdaki bulgularda yer alıyor:
Başbakanın otoriter tavrının etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %92.4
Polisin protestoculara uyguladığı orantısız gücün etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %91.3
Demokratik hakların ihlal edilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %91.1
Medyanın suskunluğunun etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %84.2
Ağaçların kesilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %56.2
Bağlı bulunduğu siyasi hareketin yönlendirmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar %7.7
Peki bunca mücadele sonucunda ne istiyor bu gençler?
%96.7’si Polis şiddeti dursun, %96.1’i Bundan sonra özgürlüklere saygı gösterilsin, %37.0
Yeni bir siyasi parti kurulsun, %6.6’sı ise Askeri müdahale olsun, diyor.
Bu sonuçlar ise başta Başbakan olmak üzere tüm Muktedir Zevatın, ‘bunlar ulusalcıdır’, ‘CHP’lidir’, ‘darbe destekçisidir’ tezlerini yerle bir ediyor. Zaten bu çocukların önemli bir kısmı 28 Şubat’ta kreşteydiler. Aslında bu iktidarın elinde büyüdüler. Darbeyi marbeyi nerden bilecekler?
Bulguları yorumlamak gerekirse; Öncelikle Başbakan’ın yukardan bakan, sadece oy aldığı %50’nin taleplerini dinleyip, diğer %50’yi yok sayan, efelenen, diklenen, insanlara yeni bir yaşam tarzı dayatan, tek tip bir gençlik yaratmaya çalışan tavırlarına tepki gösteriyorlar. Başbakanın 2 kadeh içki içeni bile ayyaş olarak tanımlaması, göstericileri çapulcu olarak nitelemesi ise bardağı taşıran son damla oldu diye düşünüyorum.
Yukarıdaki veriler iyi okunursa, sorunun sadece ağaçların kesilmesinden ibaret olmadığı aşikar. Polisin her eylemde orantısız güç kullanması ve bu tutumlarının siyasiler tarafından desteklenmesi de önemli bir faktör. Protestocuların %91,1’i demokratik haklarının ihlal edildiğine inanıyor. Bu özellikle üzerinde durulması ve yeni Anayasa yapılırken dikkate alınması gereken bir husustur. Gençlerin görüşleri ve talepleri dinlenmeden yapılacak bir Anayasa güdük kalacak ve sorun üretmeye devam edecektir. Önemli bir bulgu da, göstericilerin sadece %7,7’sinin bir siyasi hareketle bağının olmasıdır.
ANLAMAKTA ZORLANMALARI NORMAL
Siyasi partiler ve devlet yöneticilerinin yukarıda sunulan verileri yorumlayıp, gençlerin bu eylemini analiz etmeleri mümkün değil. Zira, 60 yaşın üstündeki bu zevatın mobil telefonların, internetin, sosyal medyanın gücünü ve etkinliğini anlaması zor. Annanemin, TV seyrederken ‘onlar da bizi görüyor mu’ diye sorması ile Başbakanın ‘Twitter belası’ mantığı arasında hiçbir fark yok.
Bu yeni teknolojik ortamı anlayamayanlar, eski alışkanlıkları ile iftira kampanyalarına başlıyorlar. Dolmabahçe camiinde grup seks yapılıp, içki içilmesinden tutun da, türbanlı kadınların Taksim’de darp edilmesine kadar pek çok yalan söylüyorlar. Ama hesap edemedikleri bir şey var: Yeni teknolojik olanaklar. Eskiden bu iftiralar inandırıcı oluyor ve halkı sokağa dökebiliyordu. Ama şimdi, iddiadan beş dakika sonra Dolmabahçe camiinin imamının olayı yalanlama ifadesi internette yayınlanıp, iftiracıları iyot gibi açıkta bırakabiliyor.
Bu iftiraların bir kısmı da devlet eliyle yapılmaya çalışılıyor. Örneğin TRT’nin aklı evvel yöneticileri Taksim’de göstericilerin Türk bayrağını yaktığını iddia etmesinin etkisi 10 dakika bile sürmüyor. Yayınladıkları görüntülerin çok eski bir tarihte PKK’lıların bir gösterisine ait olduğu ortaya çıkıyor. Taksim gezi parkında çadırların yakılmasının faturası göstericilere çıkartılmak isteniyor ama daha 1 saat geçmeden bu çadırları yakanların bellerindeki telsiz ve copların olduğunu gösteren resimler internette dolaşmaya başlıyor ve iftiracıları zor durumda bırakıyor.
İzmir’de eli sopalıların cep telefonu ile kaydedilmesinden sonra İzmir Emniyet müdürü bu kişilerin sivil polis olduğunu iddia ediyor. Ama yarım gün geçmeden bu kişilerden birinin AKP İnebolu gençlik kolları başkanı olduğu ortaya çıkıyor. Bunlar hep internet sayesinde oluyor.
Olaylara ilişkin görüntü ve haberler Türk medyasında yayınlanmamasına rağmen dünya basınında anında yayılmasının nedeni de bu yeni teknolojik ortam. Gençler çektikleri görüntüleri anında internet koyuyor ve internete giren her şey anında tüm dünya tarafından izlenebiliyor. İşte bizim 60 yaş üzeri yöneticilerimizin kavrayamadığı da bu. İnternetin gücünü sadece mailleşme ve twitter üzerinden sidik yarışı yapmak zannediyorlar.
Eski despot alışkanlıklarınızı sürdürdüğünüz, gençleri bir avuç çapulcu olarak niteleyip, onlara günlerce gaz soluttuğunuz için size de başka türlü aşk olsun sayın devlet büyüklerim!
NEDEN BAŞARIYORLAR?
Bu ‘tıfıllar’ın bu işi başaracaklarına olan inancım tam. Hatta büyük ölçüde de başarmaya başladılar. Bu başarılarını almayabilmek için, son günlerde pek çok kişinin alıntı yaptığı John Lennon’un sözlerini hatırlamakta yarar var;
“Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman sistemin oyununa geliyorsunuz demektir yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak sakalınızı çekecek yüzünüze fiske atacaktır çünkü siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizle nasıl baş edeceklerini bilirler nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey şiddet dışı eylemler ve mizahtır”
Gençliğimizde pek çoğumuzun anlayamadığı, hatta pasifist olarak niteleyip, küçümsediği bu sözler protestocu gençlerin tutum ve davranışlarının tam bir boy aynasıdır. Bu gençlerin ellerinde silah yok, sadece tablet bilgisayarları ve kitapları var. Barikatlardan polise kitap okumaya çalışıyorlar. Eylemlerinde öyle zeka dolu yollara başvuruyorlar ki polis ne yapacağını şaşırıyor. Polis panzerinin göğsüne su sıktığı kız erkek arkadaşı ile tango yapıyor. Gezi parkına kütüphane kurup, üniversite sınavına girecek öğrencilere ders veriyorlar. Yiyeceklerini, içeceklerini paylaşıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bir beste yapmış, üç gündür dilime dolandı, her yerde mırıldanıyorum. Ya THY çalışanlarının yaptığı gösteri? Dünyada bir başka benzeri yapıldı mı bilemiyorum.
Duvarlara yazdıkları sloganlar, attıkları twittler başlı başına bir zeka ürünü. Polisin orantısız güç kullanımına karşı geliştirdikleri, ‘orantısız zeka kullanıyoruz’ sloganı her şeyi zaten ortaya koyuyor. İlk günlerde kendilerine kapılarını kapayan Starbucks’ın duvarına ‘Tam bağımsız kuru kahveci Mehmet Efendi’ yazmak bu zeka ve mizah zenginliğinin bir göstergesi değil mi? (Küfürlü yazı yazanları ise hem kınıyor hem de bu gençlerden ayrı bir yere koyuyorum)
İşte devlet organlarının ve Başbakanın da anlamadığı şey bu. Çünkü devlet kurumları, özellikle de kolluk kuvvetleri şiddet olaylarına müdahale konusunda eğitimliler. Böyle barışçı bir eylem görünce elleri ayaklarını dolaştı. Nasıl müdahale edeceklerini bilemediler. Bu ‘pandispanya çocuklarını’ gazla, basınçlı suyla kolayca dağıtabileceklerini zannettiler. Ama olmadı. Dağılmadılar, isteklerini tüm dünyaya duyurdular.
Çapulcu kelimesini her dilde türetip, Wikipedia gibi tüm dünyanın kullandığı elektronik ansiklopediye girmesini sağladılar. Uluslar arası üne sahip yazar ve düşünürler, kendi dillerinde, ‘ben de çapulcuyum’ anlamına gelen pankartlarla resim çektirip, Türkiye’deki protestoculara destek verdiler. Başbakanın kendilerini aşağılamak için söylediği bu sözü Wikipedia’ya girecek kadar zenginleştirip, yaygınlaştırmak üstün bir zeka ve mizah ürünü değil de nedir?
Yazacak çok şey geliyor aklıma ama yazmamalıyım. Bu kadar yazmak bile o çocuklardan rol çalmak oldu. Artık onlar yazacak, biz okuyacağız. Yazın çocuklar, beklemeyin. Tarihi yeniden yazıyorsunuz. Aşk olsun size çocuklar, AŞK OLSUN!
Hayri baba,olup bitenler bundan daha iyi özümlenemez.Eline sağlık.Demek ki neymiş,sanal medya çıktı,kandırma ve iftira bozuldu.Valla,halkımızda hiç ummadığım bu birlik ve dayanışma,içinde özellikle bazı siyasilerin ve popüler kişilerin samimiyetsizliği de olsa,beni çok şaşırttı ve duygulandırdı.Ayvalık’ta destekledik ama oraya gelemedim,çünkü sezon başı hazırlığı ve eleman bulma derdi beni bitirdi.
Kalemine sağlık!
Bilgi’nin anketini ayrıntılı verdiğin için ayrıca teşekkürler…
Öğrencilerime nasıl diye sorduğumda “çok eğlenceli” diyorlar…
Hayriciğim,
Olaylar sırasında yurt dışındaydım,yeni döndüm.Katılmak istediğim ve katılmalıydım dediğim toplantılarınıza katılamadığıma üzgünüm.
Harika düşüncelerin var,hepsini paylaşmak istiyorum kabul edersen.
Zafer
Siz gençsiniz ve her daim genç kalacaksınız Hayri Cem. Desteğiniz için size de aşk olsun…
Esra Zeynep Kırımlı
Hayri’cim, kutluyorum seni.Yahu bu 78 lilerin hepsi mi düşünür,yazar , çizer! Yalnız bir yerde maddi hata yapmışsın.Tiki demişsin ,halbuki Tilki olacaktı !!!!!
Allah müstehakımızı versin.
Hayri Hocam,
ellerinize saglik.
Gercekten cok güzel özetlemissiniz.
Bazen heycanli tartismalarda aklima gelmeyenleri aklima getirmek icin ve tekrar tekrar okuyabilecegim bir yazi.
Hani Kitaplarinizda yaziyorsunuz ya, insanlar Balik hafizalidir diye, cabuk unutuyoruz detaylari.
(Bunlar unutulacak türden degil ama genede Arsivimde bulunmali).