Başbakanımız Tayyip Erdoğan, şehrin merkezinde kalmış tek yeşil alana AVM ve residans yapacağını ilan etti. Dünyanın neresinde devlet AVM işletip, residans kiraya verir? Burası halkın malıdır ve özel mülkiyete dönüşemez. İstanbul halkı da ellerinde kalan nadir yeşil alanlara sahip çıkmaya kararlı.
27 Mayıs gecesi, Belediye dozerleri gizlice parktaki ağaçları sökmeye başladı. Bunu haber alan vatandaşlardan yaklaşık elli kişilik bir grup Gezi Parkına gelerek bu kıyımı durdular. Gece parkta yatarak ağaçların kesilmesine engel oldular. Ancak sabaha karşı polis gaz bombaları ile bu gurubun üstüne saldırarak direnişçilerin çadırlarını ateşe verdi. Önce polis direnişçilerin kendi çadırlarını yaktığını iddia etti. Ama sosyal medyada çadırları yakanların bellerindeki cop ve telsizlerle resimleri yayınlanınca bunun kocaman bir yalan olduğu anlaşıldı.
Bu müdahalenin ardından İstanbul halkı akın akın parkını korumak için Taksim’e gelmeye başladı. Parkta toplanıp kitap okumaya, müzik çalmaya başladılar. Daha sonra bazı müzik grupları parkta konser vermeye başladı. Gece yarısından sonra polis tekrar biber gazı ile parka saldırdı. Gerekçeleri izinsiz gösteri yapılmasıydı. Oysa parkta oturanlar ne trafiği engelliyor ne de çevrelerine zarar veriyorlardı. Yaptıkları tek şey ağaçların kesilmesini engellemekti.
30 Mayıs’ta polisin müdahalesini protesto etmek için binlerce insan Taksim parkına gelmeye başladı. Ancak polis Taksim parkına gelmeyi yasaklamıştı. Parka girişi engellemek için Taksim Meydanı polis tarafından işgal edildi, metro seferleri durduruldu. Aslında bu Anayasal bir suçtu; Zira halkın seyahat etme özgürlüğü engellenmişti. Milyonlarca İstanbullu evlerine ulaşmakta zorluk çekti.
Taksime yakın semtlerde toplanan halk meydana girmek ve polisin bu vahşetine son vermek için kararlıydı. Polis artık Taksim meydanına girmek isteyen halkın üzerine biber gazı sıkılmaya başlandı. Maalesef Türk Medyası bu olayları ısrarla görmezden geldi. CNN International olayları canlı yayınlarken CNN Türk Penguenlerle ilgili bir belgesel yayınlıyordu. Diğer haber kanalları ise güzellik yarışmaları, müzik programları yayınlıyor ve bu direnişten hiç bahsetmiyordu. Oysa bu TV kanalları geçen sene Mısır’daki Tahrir Meydanı’na gidip oradan canlı yayın yapmışlardı.
İŞTE BENİM MİSS TURKEY LERİM
30 Mayıs sabahı uyandığımda internetten haber kanallarına baktım ama pek bir bilgi alamadım. Facebook ve Twitter gibi sosyal medyayı okuduğumda durumun ciddiyetini anladım. Öğleden sonra ayaklarım beni Taksim’e sürükledi. Gerginlik bütün meydanda sürüyordu. Polis 4 kişiden fazlasının bir araya gelmesini engelliyor, hemen müdahale ediyordu. Akşama doğru kalabalık artmaya başladı. Polis Parka girişi engellemişti. Göstericiler parka doğru yürümeye başlayınca arbede koptu. Ortalık bir anda gaz bulutu ile kaplandı. Meydandan zor kaçtım ve arabama ulaşarak evime geldim. Eve geldiğimde oradaki insanları yalnız bıraktığım için utandım.
31 Mayıs sabahı sosyal medyadan durumun ciddiyetini bir kez daha gördüm. Sabaha kadar polis göstericilerle çatışmıştı. Çok sayıda yaralı olduğu söyleniyordu. Gazete ve TV’lerde göremediğim resimleri görünce ürperdim. Hastanelerin Acil Servisleri dolmuştu. Kahvaltıda kızım yanıma geldi ve bugün ne yapacaksın diye sordu? Nielsen’e gideceğim, toplantılarım var dedim. Boşver işi, sen eski aktivistsin, git halkına destek ver, dedi. Nielsen’deki toplantıma giderken kızımın bu sitemi kulaklarımda çınladı. Öğleden sonra şirketteyken oğlum telefonla aradı ve akşam iş çıkışında Taksim’e gideceğini ve geç geleceğini merak etmemi söyledi. Oğluma gitmemesi için ricada bulundum. Ama o çok kararlıydı; Sen gençken babanın bu konudaki uyarılarını dikkate alıyor muydun diye bana sordu. Haklıydı. Çok utanmıştım. Daha sonra kızımın zaten Taksim gitmiş olduğunu öğrenince Taksim’e gitmek üzere şirketten ayrıldım.
Taksim’e giden bütün yollar kapatılmıştı. Arabamı uzak bir yere bırakıp, ara sokaklardan Taksim’e ulaştım. Ortalık tam bir savaş alanı görünümündeydi. Göstericiler Taksim’e çıkan caddelerde toplanmış, polis barikatlarını aşmaya çalışıyor, polis ise devamlı gaz bombası atıyordu. Gaz bombasından etkilen gençler arka saflara geliyor, bu kez arkadakiler öne geçiyordu. Akşam 6 ya kadar bu direnişi içinde bulundum. Biber gazı çok etkili bir gaz; gözleri ve genizi fena halde yakıyor. Nefes alamıyorsun. Gözlerinden yaşlar akıyor. İlk gazı yediğimde birkaç genç kollarıma girdi ve yüzümü sirkeli suyla yıkadılar. Kendi geliştirdikleri bir ilacı gözlerime ve yüzüme sürdüler.
Birden çok tedbirsiz geldiğimi anladım. Meydan ayrıldım ve gaz maskesi satın almak için bazı büyük marketlere gittim. Tabii ki gaz maskesi yoktu. Praktiker’den kaynakçı gözlüğü ve toz maskesi almayı düşündüm. Ama stokları bitmişti. Demek ki diğer insanlar bu çözümü benden daha önce düşünmüştü. Bunun üzerine bir spor mağazasına girip deniz dalış gözlüğü almaya karar verdim. Tezgahtar kızla konuşurken, ağzımı kapatabilecek bir şeyler almak istediğimi söyledim ve tarif ettim. Ne için almak istediğimi sordu. Ben de Gezi Parkına destek vermeye gideceğimi söyledim. Bisikletçilerin boyundan geçirilip, yukarı çekilen rüzgardan korunma mendillerini önerdiler. Bir de şeffaf yağmurluklardan almamı söylediler. Polisin sıktığı sudan korur diye. Oğlum ve kızımı da düşünerek bu malzemelerden dörder takım aldım ve parasını ödedim. Dükkandan çıkarken tezgahtar kız yanıma geldi. Çok tedirgindi Sessizce “Size kendi adıma teşekkür etmek istiyorum” dedi. Gözlerim doldu, bir şey diyemedim. O an o genç kıza sarılıp, ağlamak istedim.
Taksim’e en yakın yer olan Cihangir’e geldiğimde, Üniversitede ekonomi profesörü olan ve aynı zamanda liseden sınıf arkadaşımla karşılaştım. Maskelerimiz takıp Taksim’e doğru yaklaşmaya, neler olup bittiğini görmeye çalıştık. Maskeler az da olsa işe yaramıştı. Taksim’e yakın ara sokaklar polis kontrolündeydi ve yaklaşan olduğunda hemen gaz bombasını atıyorlardı. Arkadaşım da ben de 54 yaşındayız, belki bize atmazlar diye düşündük. Sokağın başına geldim ve geçmek için izin istedim. Polis üstüme nişan alarak gaz bombasını ateşledi. Kendimi ani bir refleksle kenara atarak bombanın bana çarpmasından kurtuldum ama yanı başımda patlayan gazdan kurtulamadım. Yakınımdaki gençlerden biri hemen yerden bombayı alıp geldiği yere doğru fırlattı. Ama fişek sıcak olduğundan eli yanmıştı. Hemen orada diğer göstericiler tarafında eline sirkeli su sıkıldı. Bizim de yüzümüz göstericiler tarafından sirkeli su ile yıkandı. O an çocuklarım için aldığım maske ve gözlüklerden bir takımını bu genç çocuğa verdim. O an o sokaktaki tüm gençlerin benim çocuğum olduğu hissine kapıldım. Bir şekilde babalık duygularım hareket geçti. Ön saflara geçip, onları koruma istedim. Ama yaşlılığın ne kadar kötü olduğunu bir kez daha anladım. Arkadaşım kolumdan çekip, kapıları açık olan bir apartmana beni sürükledi.
Bu çatışmalar yaşanırken evlerinde oturan halkın, çevredeki kafe, dükkan ve otellerin desteğini de unutmamak gerekir. Normal zamanda kilitli olan bütün apartmanların kapıları açıktı. Camlarına beyaz havlu ve bez asmışlardı. Bunun anlamı, zor durumda sığınabilirsiniz demekti. Beş yıldızlı oteller bile kapılarını göstericilere açmıştı. Buralarda ilk tedavisi yapılan ve dinlenen göstericiler tekrar saflarına dönüyor ve mücadeleye devam ediyordu. Polis yararlıların ve ambulansların hastanelere gitmesini engellediğinden, doktorlar ve tıp öğrencileri ara sokaklara evlere seyyar hastaneler kurmuştu. Bir yandan da avukatlar sokaklarda ofis açarak tutuklananları takip etmek için çaba sarf ediyordu. Polis jammerlarla tüm haberleşmeyi kesmişti. Ama Taksim civarında yaşan halk ve işyerleri wireless internet şifrelerini kaldırarak haberleşmenin devamını sağladı.
İŞTE HALK DAYANIŞMASI
POLİS HEDEF GÖZETEREK ATEŞ EDİYOR.
BU ATEŞ SONUCU BİR KİŞİ ÖLDÜ.
Profesör arkadaşımla Taksim’e en yakın olan, aynı zamanda da polisin en sert müdahaleyi yaptığı İstiklal caddesine ulaştık. Tam bir savaş alanıydı. Polis yaklaşık her iki dakikada bir yüzlerce gaz bombası atıp, Toma adlı tanklarından su sıkıyordu. Islananlar ve gaza maruz kalanlar geri çekiliyor, yerlerine arkadaki kişiler geliyordu. Ben bu arada bir yandan kendimi korumaya çalışırken, bir yanda da çocuklarımı bulma kaygısı yaşıyordum. Tüm haberleşmemiz kesilmişti. Saat 10’a doğru doğru İstiklal caddesinden ayrıldım. Ama polis tüm sokakları tutmuştu. Kaçacak tek bir yer bırakmamıştı. Kendilerinden olmayan bir kişiyi gördüklerinde hemen gazı sıkıyorlardı. Ancak gece yarısına doğru oğlumla temas kurabildim. Polisten kaçarken bir apartmana sığınmışlar. Polis gelip apartmanın içine gaz bombası atmış. Bir buluşma yeri tayin ettik ve buluşma noktasına doğru hareketlendik. Oğlum ve iki arkadaşını arabama aldığımda her üçünün de gözlerinin kan çanağı gibi olduğunu gördüm. Bu üç genç 26 yaşında ve avukatlar. Üçü de yurt dışında master yaptılar. Yani sayın Valimizin dediği gibi bir avuç marjinal değiller. Üçü de çok acı çekmelerine rağmen çok mutluydular. Bir görevi yerine getirmiş olmanın gurunu o kıpkırmızı gözlerinde gördüm.
GAZ FİŞEKLERİNİN ÇOKLUĞUNA BAKIN
Eve döndüğümüzde haber kanallarında yine belgesel vardı. Tahrir meydanında canlı yapan Türk TV’leri baskı ve korkudan bu olayları yayınlayamıyordu. Olayları sosyal medyadan takip edip, sabaha karşı uyudum.
1 Haziran sabahı uyandığımda kızım ve yeğenim Taksim’e gideceklerini söylediler. Kızım 23 yaşında sosyolog, yeğenim ise 30 yaşında, kalitatif araştırma yapan bir şirket sahibi. Onları engellemem mümkün değildi. Onların ardından karım, kız kardeşim ve eniştem de Taksim’e destek vermeye gideceklerini söylediler. Onlara da engel olamadım. Bir süre sonra kızımla telefonlaştığımda, kızımın ve yeğenimin ağır gaz saldırısına uğradığını ve bir apartmana sığındıklarını öğrendim. Derhal o semtte yaşayan liseden arkadaşım Mehmet Emin’in aradım ve bulundukları adresi bildirdim. Mehmet Emin o adresten kızları alarak daha güvenli bir yere götürdü. Bu haberi alınca rahatladım.
Daha sonra oğlum ve ben, yine liseden bir sınıf arkadaşımla birlikte Taksim’e doğru yola çıktık. Yolda polisin Taksim’den çekildiğini öğrendik. Çok sevindik. Tüm aile bireylerim değişik yollardan Taksim’e geldik ve bir noktada buluştuk. Yüzbinlerce insan Taksim’e akın ediyor ve en ufak bir olay olmuyordu. Çünkü ortada polis yoktu. Taksim’e gelen biraz duruyor ve terk ediyordu. Bir anlamda iktidara, ben senin yasaklarını takmıyorum diyor ve rahatlıyorlardı. Taksim’deki bu insan sirkülasyonu geç vakte kadar sürdü.
AİLEMLE BİRLİKTE TAKSİM’DE
Taksim’den ayrılıp, Beşiktaş üzerinden evlerine gitmek isteyenleri bir sürpriz bekliyordu. Beşiktaş’ta mevzilenmiş olan polis bu kez buradan saldırmaya başladı. Aile bireylerimden bir kısmı yoldan geçen bir taksiye binerek kaçarken ben ve kızım yakınlarda olan Halk TV’ye sığındık. Halk TV beş gündür olayları canlı yayınla aktaran tek televizyondu. Burada Ercan Karakaş isimli milletvekili karşılaştım. Olayları TV kanalının balkonundan izliyorduk. Amacımız olaylar hafiflediğinde dışarı çıkıp, evlerimize gitmekti. Ama olayların dineceği yoktu. Tam tersine artarak devam ediyordu. Polisin gaz atmaya ara verdiği bir an sokağa çıkarak taksi aramaya başladık. Tam o anda polis tekrar gaz atmaya başladı. Bu kez Swiss Otele doğru kaçmaya başladık. Allahtan yanımızda o milletvekili vardı; o olmasa Swiss Otel bizi içeri sokmayacaktı. Ancak yine de Swiss Otel çalışanlarına teşekkür etmek gerekiyor. Kendi insiyatifleri ile dış kapıya su ve limon getirmişler ve göstericilere dağıtıyorlardı. Milletvekili Ercan Kararkaş sayesinde bir taksi bulduk ve olay yerinden uzaklaşıp, evimize ulaştık.
DÜKKANLARI KİMİN TAHRİP ETTİĞİ ORTADA
2 Haziran Pazar sabahı Taksim ve Beşiktaş’ta beş gündür eylem yapan göstericilerin meydanları temizlediğini sosyal medyadan gördüm. Çok duygulandım. Bu hareket bile göstericilerin Vandal olmadığının bir göstergesiydi. Maalesef şu an itibariyle olaylar yurdun değişik yerlerinde halen devam ediyor. 2 Haziran saat 18.00
VE BİR AVUÇ SERSERİ DENİLEN HALK KİRLETİLEN YERLERİ TEMİZLİYOR
Olayların özeti:
1) Olayların başlangıcı tamamen Halkın malı olan parktaki ağaçların kesilmesine karşı başlamıştır.
2) Polisin bu masum protestoya sert müdahalesi halkın tepkisini çekmiş ve direnişe katılmayı artırmıştır.
3) Başbakanın bu direnişçileri çapulcu olarak tanımlaması ve bu parka AVM ve residans yapacağını ısrarla beyan etmesi halkın tepkisini artırmıştır.
4) Bu eylemde halk ilk kez 1997 depreminden beri, hiçbir siyasi fikir ayrımı yapmadan bir araya gelmiştir.
5) MHP’li ulusalcılar, Müslüman radikal guruplar, komünistler yan yana direnmişlerdir.
6) Futbol dünyasında düşman olup, geçmişte birbirlerini öldürmüş taraftar grupları omuz omuza mücadele etmişlerdir.
7) En çok da hiçbir siyasi partinin mensubu olmayan halk sokaklara dökülmüştür.
8) Doğayı korumak için başlayan eylemler, polis devleti yaratmak isteyen iktidara yönelmiştir
9) İktidarın koyduğu yasaklar protesto edilmiştir.
10) Olaylar Taksim’den çıkıp tüm Türkiye’ye yayılmasına rağmen Türk basını üzerlerindeki baskı ve sansür nedeniyle olayları yayınlayamamışlardır.
11) Bu olayların durması için uluslar arası toplumun Başbakan’a dur demesi gerekmektedir.
Helal, Hayri. Tebrik ediyorum, beni de duygulandirdin. Profesor sinif arkadasimiz da :-)
AKP’NİN DİĞER YÜZÜ:
MAKYAVELİZM, PROVAKASYON, NAMUSSUZLUK; VİCDANSIZLIK
RANT HIRSI, DÜNYA NİMETLERİNDEN GÖZÜ DÖNMÜŞLÜK
DİN SÖMÜRÜSÜ
CAMİİ DE YAPACAĞIZ DEMAGOJİSİYLE SAPTIRMA
DEMAGOJİ VE YALANLA OYLARI VE SAFLARI SIKILAŞTIRMA
DİNDAR, SAHTE LİBERAL, MÜREKKEP YALAMIŞ KALEMLERİN VE GÜYA NAMUSLU SİVİL AKTİVİSTLERİN, EKONOMİK VE İDEOLOJİK BAĞIMLI MEDYANIN DİĞER YÜZÜ:
SUSKUNLUK
AKP’YE TEK LAF ETMEME
ŞAKŞAKÇILIK
HALA BİZE NE ACILAR ÇEKTİRDİLER GEYİKLERİ
SÜSLÜ YALANLAR, DEMAGOJİ
KISACASI
NAMUSSUZLUK, AKLAKSIZLIK, VİCDANSIZLIK,
MADDİ VE MANEVİ RANTLARDAN GÖZÜ DÖNMÜŞLÜK
Ekonominin motor gücü orta sınıflarını bu kadar hırpalayan, eziyet eden, dışlayan bir ülke dünyanın 10. büyük ekonomisi olabilir mi.
Kimin umurunda.
Demagoji yap, saptır, din sömürüsü yap, o orta sınıfları yok say, CHP ve ulusalcılara meze yap.
Sonra da iktidar rantlarını götür
Gel keyfim gel.
AKP’NİN DİĞER YÜZÜ
maalesef bu ülke kendi iç dinamikleriyle asla kalkınamayacak.
Kürt meselesi çözülür de barış ve istikrar olursa, yağacak dış yatırımla olacak ne olursa.
Ve maalesef Kürt meselesini çözecek, çözmeye yelteneek başka aktör de yok, ve ufukta görünmüyor da.
Ha orta sınıflar mutsuz olmuş, eziyet çekmiş kimin umurunda.
Dindarlar, muhafazakarla, şakşakçıları soytarı liberaller, sivil aktivistler, yandaş kalemleri, yök imalatı öğretim görevlileri maddi manevi rantları götürüp, hala bize ne çektirdiler diye ağlayarak mutlu oluyorlar ya.
Gerisi lafı güzaf.
kendinizle gurur duyun Hayricim.
gosteriler cok ise yaradi.
iktidar serhosluktan ayilip
kendisine biraz ceki duzen vereceklerdir.
sevgiler.
erto.
Sevgili Hayri,
Yazini cok degisik duygularla okudum. Kah guldum, kah duygulandim gozlerim doldu.. bogazim dugumlendi.. Eline saglik cok guzel yazmissin.