GALİP KAYNAK
321 ‘KIZ GALİP’
1930-1938
İstanbul Fatih 1916 doğumluyum. Ailenin dördüncü erkek evladıyım. Babam maliyede mümeyyizdi. Ben altı yaşındayken babam siroz hastalığından vefat etti. Annem ev hanımıydı.
Annem üç erkek evlattan sonra benim kız olmamı çok arzu ettiği için beni kendisini tatmin amacıyla ben okula başlayıncaya kadar kız gibi giydirmiş ve öyle de terbiye etmek istemiş. Bu yüzden mahalledeki bütün çocuklar benim kız olduğumu zannederlerdi. Bir gün sıkışmıştım. Küçük çişimi duvar kenarına yaparken mahallenin çocukları gördü. “Kız Galip ayakta işiyor” diye bağırmışlardı.
Babamı kaybettiğimiz senenin Ağustos ayı sonlarına doğru Darüşşafaka Lisesi’nde mali durumları müsait olmayan ailelerin sünnetsiz çocuklarını sünnet ettiriyorlarmış. Annem bunu duyunca beni, ağabeyim Behiç’i alarak Darüşşafaka’ya sünnet ettirmek için götürdü. Behiç’i sünnet ettiler sıra bana gelince anneme “Hanım, kız çocuk sünnet olur mu?” diye alay etmişlerdi. Bukleli saçlarım, entari ile sünnet olup yatağa girince insanların “Kız çocuk sünnet olmuş” diye akın akın beni ziyarete geldiklerini hatırlıyorum.
Babam ölünce bize çok cüzi yetim ve dul maaşı bağlanmış. Annem bu parayla geçinemeyince evimizin büyük tarafını kiraya verdi, küçük tarafına da biz geçtik. Sanayii Nefise’de resim tahsili gören büyük abim tahsilini terk edip çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Çok sıkıntılı günler yaşadık.
*****
Dünyalar benim olmuştu.
(O yıllarda yetim çocukları okutan tek okul Darüşşafaka değilmiş. Darüleytam da varmış. Pek çok Darüşşafakalı Darüleytam’dan geçiş yapmışlar.)
Babamın vefatından bir veya iki ay sonra idi, annem Behiç Abimle beni yetim çocukları okutan Darüleytam’a (Dumlupınar Şehir Yatılı Okulu) gönderdi. Orada yatılı kaldık. Beşiktaş Balmumcu’daydı. Padişahlar için av köşkü olarak yapılmış bir yerdi. Arka arkaya gelen harplerin getirdiği felaketler ve sefaletler Darüleytam’da da bariz bir şekilde görülmekteydi. Buraya bilhassa harplerde şehit düşmüş ailelerin çocukları alındığından birinci sınıf olmamıza rağmen yaş ortalaması oldukça büyüktü. On üç-on beş yaşlarında çocuklar bile vardı. Annem, kar demez soğuk demez; her cuma bize evde yaptığı börek, köfte, bal ve tereyağı getirir, bir köşede bize yedirirdi.
1930 senesinde Darüleytam’dan mezun oldum. Okuldan mezun olan çocukların bir kısmı memleketlerine, bir kısmı da öğretmen okullarına giderlerdi. Okulun seçmiş olduğu bir kısım çocuklar da Darüşşafaka Lisesi’ne gönderilirdi. Müdür sene sonunda beşinci sınıf öğretmenlerini toplar Darüşşafaka’ya gidecek çocukları belirlerdi. O sene Darüşşafaka’ya gidecekler arasında ben de varmışım. Daha evvel sınıf hocamız bana Darüşşafaka’ya gitmek isteyip istemediğimi sormuştu. Ben de “İsterim” demiştim. Çünkü iki sene evvel Behiç Ağabeyim de Darüşşafaka’ya gönderilmişti. Okul, Darüşşafaka’ya gidecek çocukları belirledikten sonra Müdür Hüsnü Bey beni çağırdı; “Galip seni Darüşşafaka’ya göndereceğim. Ama senin evin okula çok yakın. Git Darüşşafaka’ya kaydını yaptır, imtihanlara gir. İmtihanda kazanır ve kurada okul çekersen senin yerine buradan başka bir arkadaşını göndeririz. Yok eğer kurada boş çıkarsa o zaman seni buradan göndeririz. Ancak şartım şu: Darüşşafaka’nın imtihanını kazanman şart” dedi.
Darüşşafaka’ya kaydımı yaptırdım. İmtihanda hem Türkçeden hem de matematikten on numara aldım. Ama kurada boş çektim. Çok üzülmüştüm. Müdürümün bana verdiği sözü unutup perişan bir halde eve geldim. Kurada boş çektiğimi hıçkırıklar arasında anneme söyledim. Annem müdürüme gitmemi söyledi. Darüşşafaka imtihanında aldığım notları belgelemek için başvurdum ve bana bir kâğıt verdiler. O kâğıtla okuluma gittim. Müdürüme durumu anlattım. Bana, “Sen birkaç gün daha okulda kal, seni Darüşşafaka’ya göndereceğim” dedi. Dünyalar benim olmuştu.
Zannedersem okulda kaldığımın üçüncü günüydü, müdürden haber geldi. Darüşşafaka’ya gidecek çocuklar odasında toplandık. Müdür beyin yanında bir zat daha vardı. Bu zat bizlere sualler soruyor; hal ve tavırlarımızı adeta süzgeçten geçiriyordu. Sonradan öğrendik ki bu zat Darüşşafaka Müdürü Ali Kami Bey imiş. Okul müdürümüzün ayırmış olduğu on beş kişinin hepsi Darüşşafaka’ya kabul edildi.
Ve Darüşşafakalı yıllar…
30 Eylül 1930 tarihinde Darüşşafaka’ya girdim. Fransızcaya vakıf olmadığımdan dördüncü sınıftan okumaya başladım.
Darüşşafaka’da geçirdiğim sekiz sene hayatımın en güzel ve kıymetli seneleridir. Ne gördüm ne öğrendimse Darüşşafaka’da gördüm ve öğrendim. Şayet Darüşşafaka’ya girme imkânını bulamasaydım acaba bugün benim durumum ne olurdu? Onun için her şeyimi evvel Allah’a sonra Darüşşafaka’ya borçluyum.
Darüşşafaka’da çok kıymetli hocalardan ders alarak feyizlendik. Hocalarımızın ve kıymetli idarecilerimizin bilgi, hoşgörü ve toleransları bizleri tavında dövülen demir gibi şekillendirerek olgunlaştırdı.
Müdür Ali Kami Bey’i, başmuavin Cavit Bey’i, nöbetçi hocalarımız Rıfkı, Şükrü beyleri, hocalarımız Tahir-ül Mevlevi’yi, Celal Hoca’yı, Hozer Sadık Bey’i, Eftalettin Bey’i, riyaziyeciyi, Refik ve Kazım beyleri, kimyacı Reşat Bey’i, fizikçi ‘Tatar Yakup’u, Bedri Hoca’yı ve diğer hocalarımızı unutmama imkân var mı? Daima kendilerini şükran ve rahmetle anmaktayım.
Darüşşafaka’ya çok küçük yaşlarda giriliyor, sekiz sene gece ve gündüz hep bir arada olduğunuz arkadaşlarınız artık arkadaş değil birer kardeş oluyor. Ve herkes birbirini kardeş olarak görmeye başlıyor. Dediğim gibi sekiz sene kederde ve neşede bir olduğunuzda, onların üzüntüleri sizin de üzüntünüz olur ve birinin kederi hepiniz için keder olursa bu bağlılığa başka bir isim vermeye imkân yoktur.
Darüşşafaka’da bulunduğum sırada arkadaşlarım ve hocalarım tarafından sevilen ve çalışkan bir öğrenciydim. 1938 senesinde pekiyi derece ile mezun oldum.
*****
Hukuk Fakültesi ve kızlar.
O sene İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt oldum ve yüksek tahsile başladım. Sekiz sene boyunca erkek mektebinde hiç kızlarla irtibatım olmadan okuduktan sonra tam delikanlılık çağımda serbest bir hayatla karşı karşıya kalıverdim. Hele sınıfımdaki kız arkadaşlar bana yüz verip iltifat edince de dümenimi tümden şaşırdım. Eve, kütüphanede kızlarla ders çalıştığımı söylüyor halbuki ben kızlarla sinemaya ve gezmeye gidiyordum. Çok disiplinli bir hayattan sonra bu başıboş hayat beni sersemletmişti. Derslerime muntazam giriyordum ama ders dinlediğim falan yoktu, aklım fikrim kızlardaydı. Sene sonu gelip çattı. Elemelerden çaktım. Listede notlarımı görünce yıldırımla vurulmuşa döndüm. Darüşşafaka’daki hocalarımın yüzlerine nasıl bakacaktım? Çünkü onlar beni çok çalışkan olarak tanıyorlardı. Evimin yolu Darüşşafaka’nın önünden geçiyordu. Kimse beni görüp durumumu sormasın diye yolumu değiştirip eve öyle gitmeye başladım.
Sonuçta o senenin tatili bana zehir oldu. Eve kapanarak bütün dersleri hatmettim ve eylülde bütün derslerimi geçtim.
*****
Galip Ağabey istemeden askeriyeyi karıştırıyor.
Askerliğimi yaptığım sırada başıma enteresan bir olay geldi. Hem Darüşşafaka’dan hem de Hukuk Fakültesi’nden arkadaşım Refet Acerol askere benden bir devre sonra gitmişti. Ben subay olup kıtaya intikal ettiğimde o yedek subay okulundaydı. Refet yedek subay okulunda bulunduğu sırada kendisi ile mektuplaşıyorduk. Orada bulunduğu bir sırada kendisine yazmış olduğum bir mektubumda nasihat kabilinden, “Aman kardeşim, kendine dikkat et. Orada bir tabir vardır; ‘kaçma, karışma, çalışma’ diye. Benden sana nasihat; kaç, çalışma ama sakın hiçbir şeye karışma!” diye yazmıştım.
Refet o sırada izinliymiş. Mektup uzun süre bölük odasında kalmış. Bu sırada bölük kumandanı mektupta ne var diye merak edip okumuş. Hayret! Ben mektubumda neler yazmamışım ki! Birdenbire ortalık karışmış. “Bir casus yedek subay talebelerine mektuplar yazarak onları askerlikten soğutuyor!” Yedek subay okulu birbirine girmiş. Bir terör havası ortalığı kasıp kavurmaya başlamış. Benim kimliğim tespit edilmiş. Arkadaşlarım bir bir mimlenmiş. Hatta, “Darüşşafakalılar alaya çıkarılacak!” diye haberler çıkmış. Yedek subay okulundaki durum bu merkezde iken kolorduya giden bir yazı üzerine hakkımda hemen soruşturma başlatılmış. Soruşturma sırasında alay kumandanımız Albay Selahattin Bey beni bir odaya kapatarak hapsetti ve başıma da süngülü bir nöbetçi dikti. Ne olduğunu şaşırmıştım. Alay kumandanı, bana, yazdığım mektup dolayısıyla hapsedildiğimi söyledi. Kendisine mahkeme kararı ile mi tevkif edildiğimi sordum. “Hayır” cevabını aldım. Kumandan kendi inisiyatifi ile beni tevkif etmişti.
Tevkifimin üzerinden yirmi dört saat geçince alay kumandanına bir dilekçe yazarak “Mahkeme kararı olmadan bir subayın oda hapsi yapılamayacağını, hele kapısına süngülü nöbetçi konamayacağını, bu durumun düzeltilmemesi halinde hürriyetimi tahditten haklarında davacı olacağımı” yazmıştım.
Selahattin Albay aklı başında, efendi bir insandı. Hemen kolordudaki hâkimlerle görüşmüş, benim haklı olduğum ve yaptığı işin yanlış olduğu kendisine söylenmiş. Bunu öğrenir öğrenmez beni serbest bıraktı ve bir-iki kelime ile de gönlümü aldı. Art niyetli bir insan olmadığını bildiğim için de bu işin üstünde durmadım.
Bu olay sebebiyle beni kolordu askeri mahkemesine verdiler. Hukuk fakültesinde bizden bir sınıf üstte askeri hukuk talebesi Talat isminde bir arkadaşımız benim davamda savcı olarak bulunuyordu. Fakültede arkadaş değildik ama birbirimizi tanıdığımız için bana yakınlık gösterdi. Müdafaamı beraber hazırladık. Neticede olayın askerlikten soğutma suçu ile bir alakası olmadığı, bilakis talebeleri ortalığı karıştırıcı işlere karışmaması için bir uyarı yaptığım kabul edilerek beraat ettim. Ama bu olay benim terfimi altı ay geciktirmişti.
*****
(Bu anıları rahmetli Avukat Galip Kaynak’ın kendisinin kronolojik bir sırayla kaleme aldığı anılarından derledik. Darüşşafakalılar Derneği’nde yöneticilik yaptığım yıllarda kendisini tanıma fırsatı bulmuştum. Çok değerli bir insandı. Gerek Darüşşafaka Cemiyeti’nde gerekse Darüşşafakalılar Derneği’nde yuvası için çok çalışmış ve pek çok hizmetlerde bulunmuştu. Bu nedenle ona da kitabımızda yer vermeden geçemeyeceğimizi düşündüm. Aslında kendisi tüm yaşamını yazmıştı ama biz sadece Darüşşafaka ile ilgili bölümleri aktarmayı uygun bulduk. )