BULUT BUHARALI

0
297

 

BULUTBUHARALI

1947-1955

‘362 BABA BULUT’

            Ben Kırıkkale Pınar İlkokulu’nu bitirdim. İlkokul öğretmenim Mürşide Hanım’ın yönlendirmesiyle o yaz açılan Darüşşafaka imtihanını kazandım. 10 yaşındaydım.

Darüşşafaka bir şefkat yuvasıydı. Fatih’teki Darüşşafaka kolej olmadan önce en son okuyanlardanız. Bizden sonra kolej oldu.

Şimdi… Darüşşafaka’nın imtihanını kazandım. Şu gün okula gelin denmiş. Abimin eczacı bacanağının Kalamış’taki evine misafir geldim. Beni okula onlar götüreceklerdi. Çok zenginlerdi. Evlerinin önü plaj… Annem de bana Darüşşafaka’ya geliyorum diye yeni Cizlavet marka beyaz bir lastik ayakkabı aldı. Yepyeni ayakkabılar, hiç giymemiştim. Pazar günüydü; onlar zengin ya, ben de yeni ayakkabımı giydim. Evin kızlarıyla falan plaja indik, ne bilelim yüzdük ettik, tam eve döneceğiz bir baktık benim yeni ayakkabım yok! O kalabalıkta çalınmış. Pazartesi de okula gideceğim! Ayağıma giyecek başka ayakkabım da yok. O aile ayağıma eski bir terlik vererek beni bir çocuklarıyla Darüşşafaka’ya gönderdi. Bir ay falan öyle terlikle gidip geliyorum okula. Daha tam okul başlamamıştı. Darüşşafaka’da da beni iyice fakir zannettiler. İsmail Kafesçioğlu diye bizden bir sınıf büyük bir abi bana evinden bir ayakkabı getirdi. Kim bilir annesi mi görmüştü beni yoksa İsmail Abi mi annesine anlatmıştı durumumu bilmiyorum. Ondan sonra okul açılıp bize ayakkabı verilinceye kadar o ayakkabıyı giydim. Bunu hiç unutamıyorum! Onlar o kadar zenginken beni öyle gönderdiler okula.

*****

Kopya verirdim…

Ortaokuldan sonra matematikte falan en iyilerdendim. Nasıl olduysa 7. sınıftan sonra açıldım. Hele son sınıftayken arkadaşlara bile kopya verirdim. Hocalar bile benim iyi niyetle kopya verdiğimi bilirlerdi, sonra ikaz eder “Niye böyle yapıyorsun” diye kızarlardı.

Müzikte melodileri, notaları falan ezbere okurdum. Tahir Hoca müzik hocamızdı, bana hep on verirdi. Bir gün yine okudum bütün sorduklarını, hatta Borody’nin bir eseri vardı, bize çalıştırmamış ama onu da ezbere okudum. Hâlâ aklımdadır: Si si fa mi re do…

Hoca bana on vermez. Hocaya sordum: “Hocam ben bunların hepsini ezbere okuyorum bana niye on vermiyorsunuz?” Kopya verdiğimi söyledi, bu yüzden de on vermemiş. Ama arkadaşlar yapamazdı, hoca “Bunu çizin, bunu yazın” derdi, onlar da yapamaz, benden bakarlardı. Ne yapayım, verirdim bilgileri arkadaşlara.

 

 

Baba Bulut…

 

Bana benim bildiğim benden büyük sınıflardakiler bile ‘Baba Bulut’ derlerdi. Neden öyle derlerdi bilmiyorum. Hâlâ da derler. Boyum uzundu, bazen ‘Kambur Bulut’ da derlerdi.

 

Benden daha iyi, daha çalışkan, problemleri falan hemen çözen iki çocuk vardı; ben onlardan sonra üçüncü gelirdim. Fakat sınıfta kimse gidip onlara bir şey sormazdı. Benim önümde kuyruk olurlardı. Ben çok geç anlardım ama iyi izah ederdim. Benim o izahımı anlamaması için aptal olmaları gerekirdi. Öbür iyi bilen arkadaşlar; hani benden daha evvel çözenler “Ben bu aptallarla uğraşamam” derlerdi. Ben onlar gibi ukalalık yapmazdım. Belki de bu yüzden bana  ‘Baba’ derlerdi.

 

Ellerimiz çatlardı, şişerdi. Soğuktan herhalde. Bizim Darüşşafaka mezunu bir abimiz vardı: İhsan Tokbaş. Muavindi. Bir gün ona gittim; “Hocam bak, ellerim çok fena; çatlak çatlak oldu” dedim. Baktı ellerime. Bana kendi ellerini gösterdi, “Valla benimkiler de öyle” dedi.

 

 

 

*****

 

 

Bademcik ameliyatı…

 

Doktorumuzun muayenesi sonucunda beş altı arkadaş bademcik ameliyatı olmamıza karar verildi. 5. sınıftayız. Darüşşafaka’dan, taaa Gureba Hastanesi’ne yürüyerek gittik. Vasıta yok, bir şey yok. Hastanede hepimizi dizdiler, “Kim önce olacak” diye sordular, arkadaşların hepsi kaçtı. “Ben olacağım” dedim ve ilk önce ben ameliyat oldum. Ağzım pamukla dolu arkadaşlarımın başında bekledim, onlar da ameliyat olunca ağızlarımız, yüzümüz pamuk sarılı aynı yoldan yürüyerek geri geldik.

 

Yaaa.. İnsanlar hiç düşünmez mi? Bunlar çocuk, ameliyattan çıkmışlar; ağızları yüzleri sarılı, yürüyerek Darüşşafaka’ya geliyorlar. Yaa… Şimdi düşünüyorum da bizim başımızda da hiç kimse yoktu. Belletmenler falan niye vermediler ki? Acaba imkân mı yoktu ki?

 

Liseyden mezun olduğumuz zaman iki buçuk liraydı dolmuşlar, o zaman bir kere dolmuşa bindik. Sanki bayram yapmış gibi olduk. Nasıl binebilmişiz bilmem? Bayramları hep okulda geçirdim. Artık benim ailem Darüşşafaka idi.

 

 

Sigara içerdik…

 

Duvardan kaçıyorduk, kaçıyorduk da ama hiç yakalanmadık. Birkaç arkadaşımız vardı, beraber kaçardık; oralarda dolaşır, sigara içerdik.

 

Mesela Darüşşafaka’da benim şöyle bir şeyim oldu: Ben sınıf mümessili idim. Darüşşafaka’da da Cumartesi-Pazar günleri dışarı çıkılıyor ya… Girişler-çıkışlar saatli. Sıkı yani! O hafta sonu kim nöbetçiyse gidenleri not eder biri geç kaldı mı muavine haber verirdi, ceza görecek ya!

 

Ben nöbetçiyim; bir arkadaş geç kaldı, ben ceza görmesin diye güya, erken geldi diye o başmuavinin imzasını kendime göre attım. Başmuavin de Türkçe hocası Ali Rıza Sağman’dı. Meşhur edebiyatçı, şair. Sabahleyin beni çağırdı:

 

– Geell bakalım! Sen sahtekârlık yapmışsın!

 

– Ne sahtekârlığı hocam?

 

– Benim imzamı atmışsın!

 

Beni disipline çıkarttılar. Disiplin kurulunda da beni çok seven ingilizce hocamız Gönül Soysallıoğlu vardı. Sanıyorum onun da etkisiyle bana büyük bir uzaklaştırma falan vermediler. İhtar gibi ufak bir ceza verdiler. Yok, ahlak notum da düşmedi.

 

İzinsizlik cezalarımız da vardı ama hiç izinsiz de kalmadım. Ama ondan sonra Ali Rıza Sağman bana taktı. Her Türkçe dersinde gelir benim başıma dikilirdi, hatalı bir cevap verdim mi paattt! Vururdu.

 

Liseyi bitirinceye kadar -benim yaşımda olan akranlarım dahil- eğlence yerlerine pek gidemezdik. Bir kere yılbaşında okuldan kaçtık, gittik. Ama yılbaşında biraz izin veriliyordu. (O geceki anıları anlatmıyor Bulut Ağabey. Acaba neler yaşamışlardı?)

 

            Her yıl sonunda müsamere olurdu… Okulda da toplantılar olurdu. Saz maz çalınırdı. Ben bir defa şarkı dalında mandolinimle birinci olmuştum.

 

Son sınıflar bir temsil verir; bir de müzikle ilgili olanlar saz çalar ve koro da olurdu. Ben Darüşşafaka’dayken uzun seneler koroları idare ettim. Bir arkadaşım vardı, darbuka çalardı. Ben folklor zengin olsun diye davul da getirttim. Davulla folklorda öyle melodiler seçerdim ki, davula ara ara solo verirdim. Bu da solo verdik diye vuruyor da vuruyor. “Oğluumm şunu yavaş vur!” Dangur dungur vurup duruyor. “Oğluumm şunu yavaş vur!” Dinlemez, vururdu yine. Hay Allah cezanı vermesin… Yaa böyle işte.

 

Ben kendi kendime müzisyen oldum! Darüşşafaka’da mandolin ve bağlama çalardım. Sonra koro şefi idim.

 

Müzik hocamız Tahir Sevenay idi. Çok kıymetli bir hocaydı. Benim müziğe yeteneğimi fark etmişti. Beni keman dersine de aldı. Bizim zamanımızda bayramlarda bando mando yoktu. Müsamerelerde çalardık. Mezun olduktan sonra da Teknik Üniversite’de okurken de beni Darüşşafaka’ya çağırırlardı. Talebeleri koroya hazırlardım.

 

Kanun da çalıyordum. Mandolin, tambur, yaylı tambur, mızraplı tambur, cura.. (Çekmeceden ney çıkartıyor.) Bu neydir, folklorda geçer. Hepsini çalıyor idim, yıllar önce kırıldığım bir olay oldu; bir daha mandallarına elimi sürmedim. Sonra da bir rahatsızlık geçirdim hepsinden hevesim kaçtı.

 

*****

 

“Çalan Bulut Buharalı”

 

Darüşşafaka fen kolundan mezun oldum. O zamanlar İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne girebilmek en büyük arzumdu. Ama o yıl Teknik Üniversite imtihanını kazanamadım. Ertesi yıl tekrar girdim, kıl payı kaçırarak yine kazanamadım. Bu defa Teknik Üniversite’ye bağlı Maçka Teknik Okulu İnşaat Bölümü’nü kazandım. Orada bir yıl okuyarak inşaat ikiye geçtim. Ama aklım Teknik Üniversite’ye takılı kalmıştı.

 

57’de tekrar üçüncü defa imtihana girdim ve kazandım! Sen misin kazanamayan! Artık Teknik Üniversite cebimde ya ders çalışmak umurumda değil. Zaten bıkmış usanmışım. Dersleri koydum bir kenara, aldım sazı elime… Küçüklüğümden beri türk folkloruna ve klasik Türk müziğine meylim vardı. Vakıflar Yurdu’nda kalıyordum. Yurdun gediklilerinden, Uşaklı doktor Mehmet Yeşilçiçek abimiz sekiz on senelik orada öğrenciydi. Yurttaki ortamımız çok güzeldi, güzel günlerimiz geçti arkadaşlarla. Yurtta da bağlama çalardım. Konservatuvara devam eden bir arkadaşım vardı: Erzurumlu Yüksel. Beni ısrarla zorlayarak Sadi Yaver Ataman Hoca’ya götürdü. Hoca, Belediye Konservatuvarı’nda folklor tatbikat şefiydi. Hoca beni imtihan etti, sonra ben topluluğunda çalmaya başladım.Hiç derslerle falan alakam yoookk.

 

Şan Sineması’nda konserler olurdu, bütün Türkiye’ye anons edilirdi. Ayda bir de biz sahneye çıkar hocanın idaresinde çalardık. Bir ay biz folklor çalardık, bir ay da hocanın idaresinde klasik Türk müziği olurdu. Sonra radyoda solo programlar olurdu, onlara da iştirak ederdim, anons edilirdim, “Çalan Bulut Buharalı” diye. Böyle bir ortam işte.

 

Teknik Üniversite’ye gireli bir sene olmuş, dersler ne âlemde diye baktığımda bir de gördüm ki, matematik birden vizesiz kalacağım. Yani onu veremezsem bir sene kaybedeceğim! O korkuyla bu renkli hayattan kendimi birden çektim. Çünkü ailem ve çevrem benden yüksek mühendis olmamı bekliyorlar. Ben onu mu olayım, bağlamacı mı olayım derken  önce mühendis olayım da sonra bağlamaya devam ederim diyerek üniversiteye devam etmeye başladım. Ama öyle güzel çalardım ki, -Arif Sağ duysa bana güler- “Arif Sağ senin taleben mi” diye sorarlardı. Yani bağlamada o kadar iyiydim.

 

 

‘Morrison Süleyman’

 

Teknik Üniversite bitti, askerliğimi de yaptıktan sonra serbest çalışmaya karar verdim. Arkadaşımın biri “Süleyman Demirel adam arıyormuş git” dedi. ‘Morrison Süleyman’ deniliyor o zaman ona. DSİ’den ayrılmış, Ereğli Demir Çelik İşletmesi’nin kontrol amirliğini almış, aynı zamanda orada müteahhitlik de yapıyor. ‘Kırk Sekiz Evler’ diye bekâr lojmanı, 6.5 milyon civarında işi almış. Gittim, başvurdum. Şevket Demirel’in karşısına çıkardılar beni; ben de tesadüf Isparta doğumluyum, babam mal müdürüymüş, ben de orada doğmuşum. Hemşehrimiz diye beni işe aldılar, bir müddet orada çalıştım. Sonra oradan ayrılarak serbest çalışmaya başladım.

 

 

Ferit Sıdal Hoca

 

Emel Sayın’ın kocası oldu sonradan İsmet Kasapoğlu, Darüşşafaka’da bizden bir sene küçüktü, o da maden mühendisliğini kazanmıştı. Teknik Üniversite bittikten sonra ben bağlamayı iyi çalıyorum ya, tambur öğrenmeye karar verdim. Ankara’da oturuyordum o zamanlar. İsmet; benim bu isteğimi Emel Sayın’a söylemiş, o da beni Ferit Sıdal Hoca’ya götürdü. Hoca çok kıymetli bir üstaddır.

 

(Sehpanın üzerinden büyük boy eski ama hiç yıpranmamış bir defterin sayfalarını açıyoruz.. Çok eskilerde kalmış klasik Türk müziğinin notaları.. Gerçekte onlar birer hazine.. Ferit Sıdal’ın Bulut Ağabey’ verdiği elle yazılmış kalın nota defterinin ilk sayfasını birlikte okuyoruz):

 

“Çok kıymetli ve vefakâr dost Bulut Buharalı’ya.”

Ferit Sıdal

 

Bu defteri Ferit Sıdal Hoca el yazısıyla yazmış, bana hediye etti. Bu, Türkiye’de benden başka kimsede yok.

 

 

Erol Sayan

 

Bestekâr Erol Sayan ile de biz sonradan İstanbul’da ahbap olduk; bu da onun hediyesidir. Erol Sayan da sonradan çok popüler oldu.

 

(O kitabın da ilk sayfasını okuyoruz.)

 

“İkinci kitabımı takdim ederken pilmi guginin (benim sevgili talebem) Bulut Buharalı Beyefendi’ye en az iki eser bestelemesi dileğiyle. Erol Sayan”

 

Müziğe bu kadar ilgiliyken Teknik Üniversite’ye neden gittim? Yav, o zamanlar liselerin bütün fen kolu mezunları Teknik Üniversite’ye özellikle de inşaat bölümüne girmeye canını verirdi. Özel sorularla imtihan yapılırdı. İmtihanı kazanmak da öyle böyle değil, çok zordu. Eeee… Orayı kazanmışım… Sonra şu kadar maaş alıyorlar, şunları yapıyorlar diye duyuyoruz hep. Mesela bir gün Teknik Üniversite’ye Turgut Özal geldi; Elektrik İdaresi’nde üst düzeyde bir müdürmüş, bize reklam yaptı “Siz bizim idareye gelin, biz en iyi parayı veriririz” falan filan diye.

 

O zamanlar sazı, bağlamayı filan elimize alıp sokağa çıkamazdık ki utanırdık. Bağlama şimdiki gibi iftiharla taşınan bir şey değildi ki. Aslında tüm müzik aletleri için geçerliydi bu. Ama folklordaki bağlama en aşağılık çalgı olarak görüneniydi, sokaklarda falan saklayarak götürürdük. Bunun yanında bir de mühendis olmak vardı. Mühendislik  o kadar iyiyken düşündüm mühendis olmaya karar verdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here