1975 yılında, Babam emekli olunca Kavacık’ta bir ev alarak Kavacık’a taşındık. Kavacık’taki ilk günlerimde şehirden kırsal kesime göç etmişim duygusuna kapıldım.
Kavacık o yıllarda çok sakin ve doğa zengini bir mekândı. Tüm evler tek katlı ve bahçe içinde idi. Herkes bahçesinde sebze meyve yetiştirir ve komşularıyla paylaşırdı. Müthiş güzel bir komşuluk ilişkisi vardı.
En çok yaz aylarını severdim. Arkadaşlarla yürüyerek Körfez’e iner, buradan denize girerdik. Akşamüstlerinde ise Otağtepe’ye gider, tadına doyum olmayan Boğaz manzarasına karşın Güzel Marmara şarabı içerdik. Paramız olduğunda şarabın yanında mangalda et de yapar, yerdik. Rumeli Hisarında konser olduğu geceler Otağtepe’de çayırda oturup konser dinlerdik. Şimdilerde ise ne çayır kalmış ne de Otağtepe. O güzel mekân zevksiz villalarla dolmuş.
Kavacık’ın tadını yeterince çıkarttığımı söyleyemeyeceğim. Zira o yıllar ideolojik çatışmaların zirveye çıktığı, mahalle arkadaşlarının bile birbirine düşman olduğu yıllardı. Semtler bile ideolojik görüşlere göre bölünmüştü. Örneğin; Üsküdar sağcı, Kuzguncuk ve Beylerbeyi solcu, Çengelköy sağcı, Anadolu Hisarı solcu, Çubuklu sağcı, Paşabahçe solcuydu. (Bunlar hatırımda kalan semtler ve bu tanımlamalarda hiç bir abartı yoktur.)
Dolayısıyla, o genç yaşımızda, “vatanı kurtarma” çabasından Kavacık’ın ve çevre semtlerin güzelliklerinden doyasıya yararlanamadık. Gençliğimiz nedenini hâlen kavrayamadığım bir kavga gürültü içinde geçti.
En sevdiğim arkadaşımı, kadim dostum Güven Yılmaz’ı Kavacık’ta kaybettim. Güven’le evlerimiz yan yana ve aynı bahçe içinde idi. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. İTÜ İnşaat Mühendisliği’nde okuyordu. Mezun olduğu gün Kadıköy İş Bankası’nda çalışan ablasını ziyaret etmeye gitmişti. Yıl 1979 idi. Yani toplumsal olayların zirveye tırmandığı yıldı. O yıllar çok fazla banka soyulduğundan her banka şubesinin önünde bir asker nöbet tutardı. Güvenlik önlemi olarak da banka önüne araba park etmeyi yasaklamışlardı. Güven, ablasına giderken benim ablamın arabasını almıştı. Arabayı bankanın önüne park etmiş. Kapıdaki asker Güven’in babası ile tartışırken adamcağızı dipçikle dövmeye başlamış. Güven de her delikanlı gibi, babasını seven her evlat gibi olaya müdahale etmek istemiş. Asker de hiç bir uyarı bile yapmadan basmış kuşunu. Kurşun aort damarını yırtmış ve hastaneye bile yetişemeden can vermiş. O gün kendime bir söz vermiştim; oğlum olursa adını Güven koyacağım diye. Kendime verdiğim bu sözü 1986 yılında gerçekleştirdim. Güven’i şimdi oğlumun adıyla yaşatıyorum.