Nefti Kokulu Bir Başkent: Bakü – Macro

0
1354

Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’ye ilk ziyaretim haziran ayının ortalarında vaki oldu. Azerbaycan, bu yıl ziyaret ettiğim eski sosyalist ülkelerden beşincisi. Azer­baycan’ın gerek Türk kökenli oluşu, gerekse nüfusun büyük çoğunluğunun müslüman olması dolayısıyla farklı bir ülke göreceğimin bilinciyle yola çıkıyo­rum. Ama doğrusunu söylemek gere­kirse ne tür değişikliklerle karşılaşacağımı ben de bilmiyorum.

Azerbaycan’da iş yapan dostlarımın Azer Hava Yolları hakkında verdiği bilgilerden sonra THY ile seyahat et­mem gerektiği konuşanda fikrim netle­şiyor. Zaten ben genel olarak, mecbur kalmadıkça, tüm seyahatlerimde THY’yi kullanmaya özen gösteririm. Ancak bu kez kendi takvimimi THY’ye göre ayarlamak duramundayım. Zira THY, Bakü’ye yalnızca pazartesi, çarşamba ve cuma günleri uçuyor ve ge­nellikle de dolu gidip dolu geliyor. Ba­kü’ye gideceklerin dönüş tarihlerini önceden okeyletmelerinde büyük yarar var. Aksi taktirde Baku’de planlanan­dan fazla “zorunlu tatil” yapma ihti­mali oldukça yüksek.

Baku semalarında uçaktan aşağıya bakıyorum ve sayısız petrol kuleleri görüyorum. Havaalanı civarında o ka­dar çok petrol kulesi var ki, neredeyse kişi başına bir petrol kuyusu düşüyor izlenimi veriyor. Uçağımız havaalanı­na indiğinde genzime ham petrol ko­kusu yayılıyor. Azeriler buna neft ko­kusu diyorlar. Bakü’de yaşadıkça, bu kokunun Baku ile özdeşleştiğini fark ediyorum.

Baku Havaalanına ilk indiğimde tam anlamıyla bir şok yaşıyorum. Zira uçakta yanımda oturan Azeri dostum, yeni havaalanına “düşeceğimizi” söylüyor. Düşmek Azerice’de inmek anla­mına geliyor. Uçak ‘düştükten” sonra terminale yürüyerek gidiyoruz. Yeni terminal binası savaştan çıkmış izleni­mi veriyor. Birçok bölümü henüz biti­rilmemiş. Kullanılan bölümler ise tam anlamıyla bir virane, Duvarlardaki sı­valar dökülmüş, ilk dikkatimi çeken şey ortalığın pisliği..,

Önce polis kuy­ruğuna giriyoruz. Beklerken bazı kişi­leri almaya gelen karşılayıcılar olduğunu fark ediyorum. Bu kişiler polis kontrol noktasına kadar girmişler. Ben buna şaşınrken, bu karşılayıcılar yol­cularını alarak kuyruğun en önüne gi­diyor ve polis kontrolünde hiç bekle­meden geçiriyor. Önce bu kişilerin devlet erkânından olduğunu zannedi­yorum. Ama zamanla bu sayı o kadar artıyor ki uçağın neredeyse dörtte üçü VÎP yolcu olmalı diyorum. Kuyruktaki Azeriler bu kişilerin itibarlı “işgüzarlar” (iş adamları) olduklarını söylüyorlar. Bu arada bu kişilerden bahsederken bir Azeri “pezevenk” lafını kullanıyor. Türk iş adamlanndan pezevenk diye bahsedilmesi biraz canımı sıkıyor ama ses çıkarmıyorum. Daha sonra öğren­diğime göre “pezevenk”, Azerice’de “çok itibarlı ve saygın kişiler” için kul­lanılan bir niteleme. Baku’de sık sık ben de bu nitelemenin muhatabı olu­yorum!..

Adamın varsa!

Polis kontrolünde bazı kişilerin pa­saportlarını bırakarak çıktıklarını görü­yorum. Bunun nedenini yanımdaki Azeri yolcuya soruyorum. Öğrendiğime göre Azerbaycan’a vize almadan gelenler pasaportlarını havaalanındaki polis kontrolüne bırakıyor ve üç gün içinde polis merkezine giderek pasaportlannı geri alıyorlar. Vizeleri bu ara­da polis merkezinde pasaportlarına iş­lenmiş oluyor. Sınırlı süre için Bakü’ye gidenlerin ve hatırlı dostları bulunma­yanların bu uygulamaya güvenmeme­lerini ve vizelerini Türkiye’den almala­rını tavsiye ederim. Zira Baku’de za­man çok yavaş ilerliyor.

Polis kontrolünden sonra valizleri­mizi almak üzere gümrük bölümüne geçiyoruz. Valizlerimizi beklerken in­san kalabalığı dikkatimi çekiyor. Yolcu sayının iki misli insan o dar salonda sırt sırta bekliyor. Daha sonra bunların da yolcu karşılayıcıları olduğunu anlı­yorum. Bu salonda yanıma bazı insan­lar yanaşıp “Maşin ister misen” diye soruyor. Kafamı biraz zorlayınca, ara­ba isteyip istemediğimin sorulduğunu anlıyorum. Taksi bedeli pazarlığa tâbi. Taksici pazarlığı 5 Şirvan’dan açıyor, 2 Şirvan’a razı oluyor.

Azeri para birimi Manat. 10 bin Manat’a halk arasında verilen isim Şir­van; banknotun üzerinde ünlü Şirvan halılarının resmi var. Azeriler 1000 Manat’a da, l Mehmet Emin diyorlar; çünkü banknotun üzerinde, milli kah­ramanları Mehmet Emin’in resmi var. Azerbaycan’daki tüm alış verişlerde para birimi olarak Şirvan ve Mehmet Emin kullanılıyor; gidecekseniz bu ifa­delere alışmanız lazım. (1$ = 4300 Manat)

Gümrükten çıkarken yanınızda bu­lunan para miktarı ve kıymetli eşyanın deklerasyonu yapılıyor. Deklare ettiği­niz kağıdın bir nüshası sizde kalıyor. Bu kağıdı çok iyi korumanız gerekiyor. Zira Azerbaycan’dan çıkış yaparken bu kağıdı yetkililere vermeniz gerekiyor. Aksi taktirde günlerce ifade ver­meniz gerekebilir. Bu süre, hatırlı dost­larınızın gücü ile orantılı. Hatırlı bir dostunuz yoksa yanmışsınız. Ayrıca bu kağıda, taşıdığınız tüm kıymetli eş­yaları yazmanız gerekiyor. Bu eşyala­ra kol saatiniz, kaleminiz, çakmağınız, fotoğraf makinanız vs dahil. Çıkış ya­parken deklare etmediğiniz bir eşyanı­za rastlanırsa ya bu eşyanın size ait olduğunu ispat etmeniz ya da “lanet olsun” deyip gümrükte bırakmanız ge­rekiyor.

Havaalanından dışan adımınızı attı­ğınızda başka bir keşmekeşle karşılaşı­yoruz. Son derece düzensiz bir oto­parktan geçerek, kiraladığınız veya sizi bekleyen “maşın”a ulaşıyorsunuz. Ha­vaalanının hemen çıkışında bir açık pazar dikkatimi çekiyor. Bu pazara “kaçkınlar pazarı” diyorlar. Karabağ’dan savaş dolayısıyla kaçıp gelen insanlara “kaçkın” diyorlar. Bu insan­lar genellikle evsiz ve işsizler. Birçoğu zorunlu olarak dilencilik, hırsızlık ve soygunculukla iştigal ediyorlar. Bu pa­zarda ise ya evlerinden getirdikleri eş­yalarını ya da çaldıkları mallan satı­yorlar. Azeriler bu kaçkın denilen in­sanlardan çok korkuyorlar. Haksız da değiller. Aç insan neler yapmaz ki…

Havaalanı ile şehir merkezi arası yaklaşık yarım saat. Son derece geniş fakat o ölçüde de bozuk bir asfaltta yol alıyoruz. Yol boyunca dikkatimizi çe­ken şey yine petrol kuleleri. Bu denli çok petrolü olan bir ülkenin bu denli fakir olmasına akıl sır erdiremiyorum. Ancak daha sonra yaptığım temaslar­da, ülkeye gelen yabancı firmaları öğ­renince, bu ülkenin çok yakında ikinci bir Kuveyt olacağına kanaat getiriyo­rum.

Yatırımcı Türkler

Baku, Hazar Denizi kıyısında çok şirin bir kent, pardon, şehir. Zira Azeri dilinde kent, köy anlamına geliyor. Ancak deniz kıyısı Türkiye’deki gibi talan edilmemiş -Ya da henüz talan edilmemiş. Zira Bakü’deki Türk müte­ahhitler bu kıyı şeridi için önemli bir mücadele veriyorlar. Bakü, turistik otel açısıdan oldukça fakir. Güvenlikli ve temizlik açısından kalınabilecek tek otel, Baku Hyatt Oteli. Bakü’ye gelen tüm iş adamları ve yabancı misyon bu otelde kalıyor. Otel yönetimi bu talep fazlasından dolayı bir hayli şımarmış. Hayli pahalı olan bu otelde kahvaltı hariç tek kişilik oda 230 dolar; verdiği­niz paranın karşılığını alamıyorsunuz. Bu otelin adını taksi şoförlerinin hepsi bilmiyor; taksicilere “Eski Nahçıvan Oteli” demek gerekiyor.

Baku’de taksiye binecekseniz, sarı renkli “star taxi”leri tercih etmenizde yarar var. Bu taksilerin hepsi Renault 12 ve Türkiye’den ithal edilmiş. Star Taxi şirketi bir Türk iş adamı tarafindan kurulmuş ve Eximbank kredisi ile otomobiller satın alınmış. Yakında tak­simetre uygulamasına da geçeceklermiş. Aynı şirket şimdi şehirler arası ulaşım için önemli sayıda otobüs satın alarak yeni bir atılıma hazırlanmakta. Bu taksilerin alternatifi ise metro. Met­ro tüm bakımsızlığına rağmen şehrin birçok noktasına ulaşmakta. Eski sos­yalist hükümetlerin en Başarılı olduğu alanlar herhalde bayındırlık işleri idi. Zira kentleşme son derece planlı. Ba­ku’de caddeler son derece geniş ve çok görkemli meydanlara açılıyor. Bizim Taksim meydanı Baku meydanları içinde en küçüklerinden biri ile boy öl­çüşebilir büyüklükte.

Buna karşın sosyalistler konuta hiç önem vermemişler. En geniş evler 40 -50 metrekare. Evler genellikle iki otağlı (odalı). Salon kavramı yok. Oturma odalan geceleri çocukların yatak odası haline geliyor. Bizim alıştığımız an­lamdaki yerleşimli evler Türk müteah­hitler tarafından yeni yeni inşa edil­mekte. Örneğin Bayraktar Holding, Şe­hitler Meydanı olarak bilinen meyda­nın hemen altında yeni bir uydu kent inşa etmekte. Bu meydan şehrin en yüksek yerinde bulunmakta ve söz konusu inşaatlar Baku şehrini ve Ha­zar Denizi’ni tepeden görmekte. Aynca Malatyalı bir müteahhit ise İstanbul Evleri adı altında çok güzel bir site inşa etmekte. Bu sitenin özelliği Azer­baycan’da yapılan ilk kat karşılığı in­şaat olması. Azerilere kat karşılığı iş yapmayı bu Malatyalı müteahhit öğ­retmiş. Aylık ortalama gelirin 15-20 dolar olduğu bir ülkede 3 oda bir salon evler 150 – 200 bin dolardan alıcı bu­luyor; keza 500 bin ila l milyon dola­ra satılan villalar da var.

Son derece planlı bir şekilde inşa edilen Bakü şehri inanılmaz ölçüde ba­kımsız. Binalar tel tel dökülmekte. Son 40 – 50 senedir binalara tek bir çivi ça­kılmamış. Sebebi, bütün evlerin devlet malı oluşu!.. Evlerin özelleştirilmesine başlanmış ancak tamamlanamamış. Bu iş bitince Bakü’de inanılmaz bir restorasyon faaliyeti başlayacak. Türk müteahhitlerinin ve inşaat malzemesi üreten firmaların uzun yıllar bu ülke­den ekmek yemesi mümkün.

Azeriler her türlü mal alış verişinde öncelikle Türkiye’den ithal edilenleri tercih ediyorlar. Kalite konusunda Türk mallarına karşı sonsuz güven mevcut. Bu güven bana, 25 – 30 yıl önce bizim Amerikan mallarına duy­duğumuz güveni çağrıştırıyor. Tek farklılık, Azeri gençlerinin Blue Jean’e ilgi göstermemeleri. Blue jean giyen bir Azeri’ye rastlamadım. Bakü’de dükkan açan jean firmaları iflas etmişler. Buna karşın Türk tekstilciler Azerbaycan’da önemli bir prestij ve pazar elde etmiş.

Baku’nun Vakko’su Aker adlı bir Türk butiği; Baku sosyetesi buradan giyini­yor. Baku’nun en prestijli caddesi olan ve Başkanlık Sarayı’nın da bulunduğu İstiklal Prospekti’ndeki (prospekt cad­de, küçe sokak demek) bu butiğin, 28 Mai Prospekti’nde de bir çocuk butiği bulunmakta. Bakü’deki mobilyacıların da hemen hemen tamamı Türk firma­ları. Modoko’daki mobilya fîrmalanmn birçoğu Bakü’de dükkan açmış; bunlar arasında Kelebek Mobilya gibi bir dev de bulunmakta. Kelebek’in, ev, ofis ve mutfak olmak üzere üç ayrı dükkanı var.

Pılaf ve sümüksüz…

Baku’nun en şirin bölümü, Azneft diye adlandınlan sahil şeridi. Sosyalist dönemde bu güzelim sahil şeridi Rus­ya’ya giden petrol boru hatları ve enerji nakil hatlarına ayrılmış. Şimdi­lerde bu mezbeleden kurtulmak için yoğun çaba harcanıyor. Bu sahil şeri­dinde son derece büyük ve yeşil bir park bulunmakta. Bu parkın içinde de son derece şık bir restoran var. Ba­ku’nun bu en şık ve en ferah restora­nının adı Cinema Club; bir Türk işleti­yor. Aynı kişinin Flarmoni adlı bir restoranı daha var. Bakü’deki Türk iş adamları genellikle aynı yerlerde ye­mek yiyip aynı barlarda içki içiyorlar. Dolayısıyla herkes herkesi tanıyor. Azerbaycan’daki Türk iş adamları arasında güzel bir dayanışma olduğunu fark ettim. Bu dayanışmayı TÜSİAB adlı cemiyetle pekiştirmişler. Bu kuru­luş, türk iş adamlannın her türlü soru­nunu çözebilmek için büyük bir özveri ile çalışıyor. Şirket kuruluşundan yatı­rım danışmanlığına kadar her türlü desteği veriyorlar.

Bakü’de yemek yerken Türk resto­ranlarını tercih etmekte yarar var. Zira Azeri yemekleri son derece lezzetli ol­masına rağmen tereyağı ile yapılıyor. Tereyağlı yemeklere alışkın olmayan­lar ciddi mide rahatsızlığına uğrayabi­lirler. Bakü’de yenilebilecek yemekle­rin başında Asetrin Balığı gelmekte. Yalnızca Hazar Denizi’nde yetişen bu balığın lezzetini tarif etmek mümkün değil. Tamamen “sümüksüz” (kılçık­sız) olan bu balığı mutlaka denemenizi tavsiye ederim. Azerbaycan sofraların­da aperatif olarak sunulan tereyağ ile havyarın lezzeti ve ucuzluğundan da bahsetmem gerekiyor.

Azerbaycan’da çalışan Türklerin önemli bir bölümü kahvaltılarında bolca havyar yemekteler. Beğendiğim öteki yiyecekler, salata ile servis yapı­lan taze reyhan ve kişniş otları. Bu otlann şarkılar vasıtasıyla sadece adları­nı bilirdim, ne kadar lezzetli olduklarını Bakü’de öğrendim. Azerilerin pılaflan da bizim pilavımızdan hayli farklı ve lezzetli. İyi bir restoranda pılaf yeme­nizi de tavsiye ediyorum.

Bakü’nun önemli bir özelliği de de­niz seviyesinden 350 metre aşağıda olması. Bu rakım değişikliği, Bakü’y e gelenlerin ilk günlerde önemli metabo­lizma rahatsızlıklarına yol açıyor: Ken­dinizi son derece yorgun hissediyorsunuz, kandaki şeker miktarı önemli öl­çüde düşüyor. Vücudun uyum sağla­ma döneminde bol bol şekerli su içmek gerekiyor. Bu kuralı bilmeyenler “bu­gün çok çalıştım” diye gün ortasında otellerine dinlenmeye gidiyorlar.

Bakü’den turistik ziyaret yapılabile­cek yerlerin başında Bakü Kalesi gel­mekte. Şehrin tam ortasındaki bu kale­nin iç kesiminde “eski şehir” var. Eski Şehir’de son derece eski fakat aynı za­manda da şirin yapılar bulunmakta. Batılı şirketler buradan binalar satın alarak restore etmekte ve şirket mer­kezlerini buraya taşımaktalar.

Bakü Kalesi1 nin tam karşısında son derece büyük bir meydanlık var. Bir­çok devlet kuruluşunun bulunduğu bu meydanlıkta Fantan adlı bir park var. Bakü nüfusunun yarısına bu parkta rastlamak mümkün. Şehrin en kaliteli mağazalan da Fantan parkının civarın­da. Bu parkta ayrıca Türkler tarafından işletilen çok şirin kafeteryalar da var. Fantan parkı bir anlamda Bakülülerin piyasa yaptıklan yer. İnsanlar bu par­ka gelirken mümkün olduğunca yeni ve şık giysiler giyinmeye özen gösteri­yorlar. Bu anlamda bana, babamın tasvir ettiği 50 yıl önceki Bey oğlu’nu hatırlattı. Fantan Parkı’ nın hemen bitimindeki çıkışın adı Ressamlar Caddesi; burada Azeri ressamlar eserlerini sergilemekteler. Resimle ilgilenenlerin, bu caddeden son derece uygun fiyata yağlı boya tablo alabilmesi mümkün.

Herşey heryerde

Dikkatimi çeken şeylerden bir baş­kası, dükkanların vitrinleri ve mal çe­şitliliğiydi. Bakü’deki dükkanlarda sa­tılan mal çeşidine göre bir farklılaşma olmamış. Bakkal, manav, kasap ya da oto tamircisi, beyaz eşya dükkanı gibi bir ayrışma yok. Türklerin işlettiği dükkanlar hariç, her dükkanda her şey satılmakta. Et almaya girdiğiniz bir dükkanda oto lastiği de bulabileceğiniz gibi, TV almaya girdiğiniz bir dükkan­da peynir veya deterjan bulmanız da mümkün. Dükkanların büyük çoğun­luğunun vitrinleri de yok. Esnaf malını kaldırımlara yerleştirerek teşhir ediyor. Yol boyunca kaldırımlarda temizlik ürünlerinden gıdaya, tamir aletlerinden elektrikli eşyaya kadar her türlü ürünü görebilirsiniz. Türklerin işlettiği dük­kanlar bunun istisnaları. Özellikle, Migros’un büyük ortağı olduğu Ram Store adlı hipermarket, insanı çölde karşılaştığı bir vaha gibi etkiliyor. Bir­çok Bakülü alış veriş yapmasa da bu hipermarketi gezmek ve vakit geçir­mek amacıyla ziyaret ediyor.

Biraz da Azerbaycan ve Bakü’nun demografik özelliklerinden bahsetmek istiyorum: Azerbaycan ‘nın toplam nüfu­su 7.5 milyon. Bunun 5.8 milyonu Azeri. 393 bin Rus, 290 bin Ermeni, 171 bin Lezgin’in dışında, Avarlar, Ukraynalılar, Yahudilier, Tatarlar ve Gürcüler nüfusu oluşturan öteki grup­lar. Bu çeşit zenginliğine rağmen ista­tistiklere göre Azerbaycan’da yaşayanlann yüzde 97.3’ünün anadili Azerice. Oysa Azerilerin bile kendi aralarında, özellikle de iş ile ilgili konularda Rusça konuştuklarına şahit ol­dum. Azeri dostlarım bu durumu, Rusça’yı daha iyi anlıyoruz şek­linde izah ettiler. Ayrıca halen resmi kuruluşlardaki yazışmalar Rusça yapılmakta.

Nüfusun 3.2 milyonu Bakü’de yaşıyor. Geriye kalanın büyük kısmı kırsal kesimde Bakü’den sonra gelen Gence’nin nüfusu 291 bin, Lenkeran’ın 13 bin, Sumgait’in270 bin.

Azerbaycan halkının eğitim düzeyi oldukça yüksek; büyük çoğunluk yüksek okul mezunu. Herkes kitap okuyor. Her evde mutlaka bir kütüphane var. 500’den fazla günlük gazete ve dergi yayınla­nıyor. Bakü halkı müzikle, özellikle klasik müzikle oldukça ilgili. Şehirde birçok tiyatro ve konser salonu mev­cut. Sinema işi ise Türkiye’de olduğu gibi TV’lerin yaygınlaşması ile ölmüş. Azerbaycan’da AzTV-1 ve AzTV-2 adlı iki devlet kanalı ve ANS TV ve Sara TV adlı iki özel TV kanalı mevcut. Radyo istasyonlarının sayısı ise günden güne artıyormuş.

Azeri halkının ve hükümetin Türk­lere ve Türk iş adamlarına yönelik sempatisi halen sürmekte. “Sürmekte” kelimesinin altını çiziyorum. Zira 1991 yılında Azerbaycan bağımsızlığına ka­vuştuğunda, Türkiye’den Bakü’ye iş adamı göçü yaşanmış. Azeri halkı ve devleti bu kişilere kucak açmışlar. O tarihlerde Azerilerin, sokakta karşılaş­tıkları Türk vatandaşlarını zorla evleri­ne götürüp ağırladıkları ve baş tacı yaptıklan anlatılmakta. Ama o dönem­de giden Türk iş adamlan (!) önemli ölçüde repütasyonumuzu yaralamış. Birçoğu hırsızlık yapmış birçoğu da ül­kenin tarihi eserlerini yağmalamışlar. Ticareti bilmeyen ve ve güvene dayalı iş yapan Azeri vatandaşlarını dolandır­mışlar. Hatta devleti bile dolandırmış­lar. Tüm bunlara rağmen Azeriler Türklere güveniyor ve bizleri “çok şey öğrenecekleri büyük ağabeyleri” ola­rak görüyorlar. Azerbaycan’da her alanda, her sektörde iş yapacak dürüst iş adamlarına sonsuz iş imkanları mevcut. Bu açıdan hiçbir sektör adı belirtmiyorum. Birkaç yıl içinde Av­rupalı, Amerikalı ve Japon yatırım­cıların istilasına uğrayacak olan bu şirin ülkeye Türk iş adamlarının geç kalmamalarını diliyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here