Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’ye ilk ziyaretim haziran ayının ortalarında vaki oldu. Azerbaycan, bu yıl ziyaret ettiğim eski sosyalist ülkelerden beşincisi. Azerbaycan’ın gerek Türk kökenli oluşu, gerekse nüfusun büyük çoğunluğunun müslüman olması dolayısıyla farklı bir ülke göreceğimin bilinciyle yola çıkıyorum. Ama doğrusunu söylemek gerekirse ne tür değişikliklerle karşılaşacağımı ben de bilmiyorum.
Azerbaycan’da iş yapan dostlarımın Azer Hava Yolları hakkında verdiği bilgilerden sonra THY ile seyahat etmem gerektiği konuşanda fikrim netleşiyor. Zaten ben genel olarak, mecbur kalmadıkça, tüm seyahatlerimde THY’yi kullanmaya özen gösteririm. Ancak bu kez kendi takvimimi THY’ye göre ayarlamak duramundayım. Zira THY, Bakü’ye yalnızca pazartesi, çarşamba ve cuma günleri uçuyor ve genellikle de dolu gidip dolu geliyor. Bakü’ye gideceklerin dönüş tarihlerini önceden okeyletmelerinde büyük yarar var. Aksi taktirde Baku’de planlanandan fazla “zorunlu tatil” yapma ihtimali oldukça yüksek.
Baku semalarında uçaktan aşağıya bakıyorum ve sayısız petrol kuleleri görüyorum. Havaalanı civarında o kadar çok petrol kulesi var ki, neredeyse kişi başına bir petrol kuyusu düşüyor izlenimi veriyor. Uçağımız havaalanına indiğinde genzime ham petrol kokusu yayılıyor. Azeriler buna neft kokusu diyorlar. Bakü’de yaşadıkça, bu kokunun Baku ile özdeşleştiğini fark ediyorum.
Baku Havaalanına ilk indiğimde tam anlamıyla bir şok yaşıyorum. Zira uçakta yanımda oturan Azeri dostum, yeni havaalanına “düşeceğimizi” söylüyor. Düşmek Azerice’de inmek anlamına geliyor. Uçak ‘düştükten” sonra terminale yürüyerek gidiyoruz. Yeni terminal binası savaştan çıkmış izlenimi veriyor. Birçok bölümü henüz bitirilmemiş. Kullanılan bölümler ise tam anlamıyla bir virane, Duvarlardaki sıvalar dökülmüş, ilk dikkatimi çeken şey ortalığın pisliği..,
Önce polis kuyruğuna giriyoruz. Beklerken bazı kişileri almaya gelen karşılayıcılar olduğunu fark ediyorum. Bu kişiler polis kontrol noktasına kadar girmişler. Ben buna şaşınrken, bu karşılayıcılar yolcularını alarak kuyruğun en önüne gidiyor ve polis kontrolünde hiç beklemeden geçiriyor. Önce bu kişilerin devlet erkânından olduğunu zannediyorum. Ama zamanla bu sayı o kadar artıyor ki uçağın neredeyse dörtte üçü VÎP yolcu olmalı diyorum. Kuyruktaki Azeriler bu kişilerin itibarlı “işgüzarlar” (iş adamları) olduklarını söylüyorlar. Bu arada bu kişilerden bahsederken bir Azeri “pezevenk” lafını kullanıyor. Türk iş adamlanndan pezevenk diye bahsedilmesi biraz canımı sıkıyor ama ses çıkarmıyorum. Daha sonra öğrendiğime göre “pezevenk”, Azerice’de “çok itibarlı ve saygın kişiler” için kullanılan bir niteleme. Baku’de sık sık ben de bu nitelemenin muhatabı oluyorum!..
Adamın varsa!
Polis kontrolünde bazı kişilerin pasaportlarını bırakarak çıktıklarını görüyorum. Bunun nedenini yanımdaki Azeri yolcuya soruyorum. Öğrendiğime göre Azerbaycan’a vize almadan gelenler pasaportlarını havaalanındaki polis kontrolüne bırakıyor ve üç gün içinde polis merkezine giderek pasaportlannı geri alıyorlar. Vizeleri bu arada polis merkezinde pasaportlarına işlenmiş oluyor. Sınırlı süre için Bakü’ye gidenlerin ve hatırlı dostları bulunmayanların bu uygulamaya güvenmemelerini ve vizelerini Türkiye’den almalarını tavsiye ederim. Zira Baku’de zaman çok yavaş ilerliyor.
Polis kontrolünden sonra valizlerimizi almak üzere gümrük bölümüne geçiyoruz. Valizlerimizi beklerken insan kalabalığı dikkatimi çekiyor. Yolcu sayının iki misli insan o dar salonda sırt sırta bekliyor. Daha sonra bunların da yolcu karşılayıcıları olduğunu anlıyorum. Bu salonda yanıma bazı insanlar yanaşıp “Maşin ister misen” diye soruyor. Kafamı biraz zorlayınca, araba isteyip istemediğimin sorulduğunu anlıyorum. Taksi bedeli pazarlığa tâbi. Taksici pazarlığı 5 Şirvan’dan açıyor, 2 Şirvan’a razı oluyor.
Azeri para birimi Manat. 10 bin Manat’a halk arasında verilen isim Şirvan; banknotun üzerinde ünlü Şirvan halılarının resmi var. Azeriler 1000 Manat’a da, l Mehmet Emin diyorlar; çünkü banknotun üzerinde, milli kahramanları Mehmet Emin’in resmi var. Azerbaycan’daki tüm alış verişlerde para birimi olarak Şirvan ve Mehmet Emin kullanılıyor; gidecekseniz bu ifadelere alışmanız lazım. (1$ = 4300 Manat)
Gümrükten çıkarken yanınızda bulunan para miktarı ve kıymetli eşyanın deklerasyonu yapılıyor. Deklare ettiğiniz kağıdın bir nüshası sizde kalıyor. Bu kağıdı çok iyi korumanız gerekiyor. Zira Azerbaycan’dan çıkış yaparken bu kağıdı yetkililere vermeniz gerekiyor. Aksi taktirde günlerce ifade vermeniz gerekebilir. Bu süre, hatırlı dostlarınızın gücü ile orantılı. Hatırlı bir dostunuz yoksa yanmışsınız. Ayrıca bu kağıda, taşıdığınız tüm kıymetli eşyaları yazmanız gerekiyor. Bu eşyalara kol saatiniz, kaleminiz, çakmağınız, fotoğraf makinanız vs dahil. Çıkış yaparken deklare etmediğiniz bir eşyanıza rastlanırsa ya bu eşyanın size ait olduğunu ispat etmeniz ya da “lanet olsun” deyip gümrükte bırakmanız gerekiyor.
Havaalanından dışan adımınızı attığınızda başka bir keşmekeşle karşılaşıyoruz. Son derece düzensiz bir otoparktan geçerek, kiraladığınız veya sizi bekleyen “maşın”a ulaşıyorsunuz. Havaalanının hemen çıkışında bir açık pazar dikkatimi çekiyor. Bu pazara “kaçkınlar pazarı” diyorlar. Karabağ’dan savaş dolayısıyla kaçıp gelen insanlara “kaçkın” diyorlar. Bu insanlar genellikle evsiz ve işsizler. Birçoğu zorunlu olarak dilencilik, hırsızlık ve soygunculukla iştigal ediyorlar. Bu pazarda ise ya evlerinden getirdikleri eşyalarını ya da çaldıkları mallan satıyorlar. Azeriler bu kaçkın denilen insanlardan çok korkuyorlar. Haksız da değiller. Aç insan neler yapmaz ki…
Havaalanı ile şehir merkezi arası yaklaşık yarım saat. Son derece geniş fakat o ölçüde de bozuk bir asfaltta yol alıyoruz. Yol boyunca dikkatimizi çeken şey yine petrol kuleleri. Bu denli çok petrolü olan bir ülkenin bu denli fakir olmasına akıl sır erdiremiyorum. Ancak daha sonra yaptığım temaslarda, ülkeye gelen yabancı firmaları öğrenince, bu ülkenin çok yakında ikinci bir Kuveyt olacağına kanaat getiriyorum.
Yatırımcı Türkler
Baku, Hazar Denizi kıyısında çok şirin bir kent, pardon, şehir. Zira Azeri dilinde kent, köy anlamına geliyor. Ancak deniz kıyısı Türkiye’deki gibi talan edilmemiş -Ya da henüz talan edilmemiş. Zira Bakü’deki Türk müteahhitler bu kıyı şeridi için önemli bir mücadele veriyorlar. Bakü, turistik otel açısıdan oldukça fakir. Güvenlikli ve temizlik açısından kalınabilecek tek otel, Baku Hyatt Oteli. Bakü’ye gelen tüm iş adamları ve yabancı misyon bu otelde kalıyor. Otel yönetimi bu talep fazlasından dolayı bir hayli şımarmış. Hayli pahalı olan bu otelde kahvaltı hariç tek kişilik oda 230 dolar; verdiğiniz paranın karşılığını alamıyorsunuz. Bu otelin adını taksi şoförlerinin hepsi bilmiyor; taksicilere “Eski Nahçıvan Oteli” demek gerekiyor.
Baku’de taksiye binecekseniz, sarı renkli “star taxi”leri tercih etmenizde yarar var. Bu taksilerin hepsi Renault 12 ve Türkiye’den ithal edilmiş. Star Taxi şirketi bir Türk iş adamı tarafindan kurulmuş ve Eximbank kredisi ile otomobiller satın alınmış. Yakında taksimetre uygulamasına da geçeceklermiş. Aynı şirket şimdi şehirler arası ulaşım için önemli sayıda otobüs satın alarak yeni bir atılıma hazırlanmakta. Bu taksilerin alternatifi ise metro. Metro tüm bakımsızlığına rağmen şehrin birçok noktasına ulaşmakta. Eski sosyalist hükümetlerin en Başarılı olduğu alanlar herhalde bayındırlık işleri idi. Zira kentleşme son derece planlı. Baku’de caddeler son derece geniş ve çok görkemli meydanlara açılıyor. Bizim Taksim meydanı Baku meydanları içinde en küçüklerinden biri ile boy ölçüşebilir büyüklükte.
Buna karşın sosyalistler konuta hiç önem vermemişler. En geniş evler 40 -50 metrekare. Evler genellikle iki otağlı (odalı). Salon kavramı yok. Oturma odalan geceleri çocukların yatak odası haline geliyor. Bizim alıştığımız anlamdaki yerleşimli evler Türk müteahhitler tarafından yeni yeni inşa edilmekte. Örneğin Bayraktar Holding, Şehitler Meydanı olarak bilinen meydanın hemen altında yeni bir uydu kent inşa etmekte. Bu meydan şehrin en yüksek yerinde bulunmakta ve söz konusu inşaatlar Baku şehrini ve Hazar Denizi’ni tepeden görmekte. Aynca Malatyalı bir müteahhit ise İstanbul Evleri adı altında çok güzel bir site inşa etmekte. Bu sitenin özelliği Azerbaycan’da yapılan ilk kat karşılığı inşaat olması. Azerilere kat karşılığı iş yapmayı bu Malatyalı müteahhit öğretmiş. Aylık ortalama gelirin 15-20 dolar olduğu bir ülkede 3 oda bir salon evler 150 – 200 bin dolardan alıcı buluyor; keza 500 bin ila l milyon dolara satılan villalar da var.
Son derece planlı bir şekilde inşa edilen Bakü şehri inanılmaz ölçüde bakımsız. Binalar tel tel dökülmekte. Son 40 – 50 senedir binalara tek bir çivi çakılmamış. Sebebi, bütün evlerin devlet malı oluşu!.. Evlerin özelleştirilmesine başlanmış ancak tamamlanamamış. Bu iş bitince Bakü’de inanılmaz bir restorasyon faaliyeti başlayacak. Türk müteahhitlerinin ve inşaat malzemesi üreten firmaların uzun yıllar bu ülkeden ekmek yemesi mümkün.
Azeriler her türlü mal alış verişinde öncelikle Türkiye’den ithal edilenleri tercih ediyorlar. Kalite konusunda Türk mallarına karşı sonsuz güven mevcut. Bu güven bana, 25 – 30 yıl önce bizim Amerikan mallarına duyduğumuz güveni çağrıştırıyor. Tek farklılık, Azeri gençlerinin Blue Jean’e ilgi göstermemeleri. Blue jean giyen bir Azeri’ye rastlamadım. Bakü’de dükkan açan jean firmaları iflas etmişler. Buna karşın Türk tekstilciler Azerbaycan’da önemli bir prestij ve pazar elde etmiş.
Baku’nun Vakko’su Aker adlı bir Türk butiği; Baku sosyetesi buradan giyiniyor. Baku’nun en prestijli caddesi olan ve Başkanlık Sarayı’nın da bulunduğu İstiklal Prospekti’ndeki (prospekt cadde, küçe sokak demek) bu butiğin, 28 Mai Prospekti’nde de bir çocuk butiği bulunmakta. Bakü’deki mobilyacıların da hemen hemen tamamı Türk firmaları. Modoko’daki mobilya fîrmalanmn birçoğu Bakü’de dükkan açmış; bunlar arasında Kelebek Mobilya gibi bir dev de bulunmakta. Kelebek’in, ev, ofis ve mutfak olmak üzere üç ayrı dükkanı var.
Pılaf ve sümüksüz…
Baku’nun en şirin bölümü, Azneft diye adlandınlan sahil şeridi. Sosyalist dönemde bu güzelim sahil şeridi Rusya’ya giden petrol boru hatları ve enerji nakil hatlarına ayrılmış. Şimdilerde bu mezbeleden kurtulmak için yoğun çaba harcanıyor. Bu sahil şeridinde son derece büyük ve yeşil bir park bulunmakta. Bu parkın içinde de son derece şık bir restoran var. Baku’nun bu en şık ve en ferah restoranının adı Cinema Club; bir Türk işletiyor. Aynı kişinin Flarmoni adlı bir restoranı daha var. Bakü’deki Türk iş adamları genellikle aynı yerlerde yemek yiyip aynı barlarda içki içiyorlar. Dolayısıyla herkes herkesi tanıyor. Azerbaycan’daki Türk iş adamları arasında güzel bir dayanışma olduğunu fark ettim. Bu dayanışmayı TÜSİAB adlı cemiyetle pekiştirmişler. Bu kuruluş, türk iş adamlannın her türlü sorununu çözebilmek için büyük bir özveri ile çalışıyor. Şirket kuruluşundan yatırım danışmanlığına kadar her türlü desteği veriyorlar.
Bakü’de yemek yerken Türk restoranlarını tercih etmekte yarar var. Zira Azeri yemekleri son derece lezzetli olmasına rağmen tereyağı ile yapılıyor. Tereyağlı yemeklere alışkın olmayanlar ciddi mide rahatsızlığına uğrayabilirler. Bakü’de yenilebilecek yemeklerin başında Asetrin Balığı gelmekte. Yalnızca Hazar Denizi’nde yetişen bu balığın lezzetini tarif etmek mümkün değil. Tamamen “sümüksüz” (kılçıksız) olan bu balığı mutlaka denemenizi tavsiye ederim. Azerbaycan sofralarında aperatif olarak sunulan tereyağ ile havyarın lezzeti ve ucuzluğundan da bahsetmem gerekiyor.
Azerbaycan’da çalışan Türklerin önemli bir bölümü kahvaltılarında bolca havyar yemekteler. Beğendiğim öteki yiyecekler, salata ile servis yapılan taze reyhan ve kişniş otları. Bu otlann şarkılar vasıtasıyla sadece adlarını bilirdim, ne kadar lezzetli olduklarını Bakü’de öğrendim. Azerilerin pılaflan da bizim pilavımızdan hayli farklı ve lezzetli. İyi bir restoranda pılaf yemenizi de tavsiye ediyorum.
Bakü’nun önemli bir özelliği de deniz seviyesinden 350 metre aşağıda olması. Bu rakım değişikliği, Bakü’y e gelenlerin ilk günlerde önemli metabolizma rahatsızlıklarına yol açıyor: Kendinizi son derece yorgun hissediyorsunuz, kandaki şeker miktarı önemli ölçüde düşüyor. Vücudun uyum sağlama döneminde bol bol şekerli su içmek gerekiyor. Bu kuralı bilmeyenler “bugün çok çalıştım” diye gün ortasında otellerine dinlenmeye gidiyorlar.
Bakü’den turistik ziyaret yapılabilecek yerlerin başında Bakü Kalesi gelmekte. Şehrin tam ortasındaki bu kalenin iç kesiminde “eski şehir” var. Eski Şehir’de son derece eski fakat aynı zamanda da şirin yapılar bulunmakta. Batılı şirketler buradan binalar satın alarak restore etmekte ve şirket merkezlerini buraya taşımaktalar.
Bakü Kalesi1 nin tam karşısında son derece büyük bir meydanlık var. Birçok devlet kuruluşunun bulunduğu bu meydanlıkta Fantan adlı bir park var. Bakü nüfusunun yarısına bu parkta rastlamak mümkün. Şehrin en kaliteli mağazalan da Fantan parkının civarında. Bu parkta ayrıca Türkler tarafından işletilen çok şirin kafeteryalar da var. Fantan parkı bir anlamda Bakülülerin piyasa yaptıklan yer. İnsanlar bu parka gelirken mümkün olduğunca yeni ve şık giysiler giyinmeye özen gösteriyorlar. Bu anlamda bana, babamın tasvir ettiği 50 yıl önceki Bey oğlu’nu hatırlattı. Fantan Parkı’ nın hemen bitimindeki çıkışın adı Ressamlar Caddesi; burada Azeri ressamlar eserlerini sergilemekteler. Resimle ilgilenenlerin, bu caddeden son derece uygun fiyata yağlı boya tablo alabilmesi mümkün.
Herşey heryerde
Dikkatimi çeken şeylerden bir başkası, dükkanların vitrinleri ve mal çeşitliliğiydi. Bakü’deki dükkanlarda satılan mal çeşidine göre bir farklılaşma olmamış. Bakkal, manav, kasap ya da oto tamircisi, beyaz eşya dükkanı gibi bir ayrışma yok. Türklerin işlettiği dükkanlar hariç, her dükkanda her şey satılmakta. Et almaya girdiğiniz bir dükkanda oto lastiği de bulabileceğiniz gibi, TV almaya girdiğiniz bir dükkanda peynir veya deterjan bulmanız da mümkün. Dükkanların büyük çoğunluğunun vitrinleri de yok. Esnaf malını kaldırımlara yerleştirerek teşhir ediyor. Yol boyunca kaldırımlarda temizlik ürünlerinden gıdaya, tamir aletlerinden elektrikli eşyaya kadar her türlü ürünü görebilirsiniz. Türklerin işlettiği dükkanlar bunun istisnaları. Özellikle, Migros’un büyük ortağı olduğu Ram Store adlı hipermarket, insanı çölde karşılaştığı bir vaha gibi etkiliyor. Birçok Bakülü alış veriş yapmasa da bu hipermarketi gezmek ve vakit geçirmek amacıyla ziyaret ediyor.
Biraz da Azerbaycan ve Bakü’nun demografik özelliklerinden bahsetmek istiyorum: Azerbaycan ‘nın toplam nüfusu 7.5 milyon. Bunun 5.8 milyonu Azeri. 393 bin Rus, 290 bin Ermeni, 171 bin Lezgin’in dışında, Avarlar, Ukraynalılar, Yahudilier, Tatarlar ve Gürcüler nüfusu oluşturan öteki gruplar. Bu çeşit zenginliğine rağmen istatistiklere göre Azerbaycan’da yaşayanlann yüzde 97.3’ünün anadili Azerice. Oysa Azerilerin bile kendi aralarında, özellikle de iş ile ilgili konularda Rusça konuştuklarına şahit oldum. Azeri dostlarım bu durumu, Rusça’yı daha iyi anlıyoruz şeklinde izah ettiler. Ayrıca halen resmi kuruluşlardaki yazışmalar Rusça yapılmakta.
Nüfusun 3.2 milyonu Bakü’de yaşıyor. Geriye kalanın büyük kısmı kırsal kesimde Bakü’den sonra gelen Gence’nin nüfusu 291 bin, Lenkeran’ın 13 bin, Sumgait’in270 bin.
Azerbaycan halkının eğitim düzeyi oldukça yüksek; büyük çoğunluk yüksek okul mezunu. Herkes kitap okuyor. Her evde mutlaka bir kütüphane var. 500’den fazla günlük gazete ve dergi yayınlanıyor. Bakü halkı müzikle, özellikle klasik müzikle oldukça ilgili. Şehirde birçok tiyatro ve konser salonu mevcut. Sinema işi ise Türkiye’de olduğu gibi TV’lerin yaygınlaşması ile ölmüş. Azerbaycan’da AzTV-1 ve AzTV-2 adlı iki devlet kanalı ve ANS TV ve Sara TV adlı iki özel TV kanalı mevcut. Radyo istasyonlarının sayısı ise günden güne artıyormuş.
Azeri halkının ve hükümetin Türklere ve Türk iş adamlarına yönelik sempatisi halen sürmekte. “Sürmekte” kelimesinin altını çiziyorum. Zira 1991 yılında Azerbaycan bağımsızlığına kavuştuğunda, Türkiye’den Bakü’ye iş adamı göçü yaşanmış. Azeri halkı ve devleti bu kişilere kucak açmışlar. O tarihlerde Azerilerin, sokakta karşılaştıkları Türk vatandaşlarını zorla evlerine götürüp ağırladıkları ve baş tacı yaptıklan anlatılmakta. Ama o dönemde giden Türk iş adamlan (!) önemli ölçüde repütasyonumuzu yaralamış. Birçoğu hırsızlık yapmış birçoğu da ülkenin tarihi eserlerini yağmalamışlar. Ticareti bilmeyen ve ve güvene dayalı iş yapan Azeri vatandaşlarını dolandırmışlar. Hatta devleti bile dolandırmışlar. Tüm bunlara rağmen Azeriler Türklere güveniyor ve bizleri “çok şey öğrenecekleri büyük ağabeyleri” olarak görüyorlar. Azerbaycan’da her alanda, her sektörde iş yapacak dürüst iş adamlarına sonsuz iş imkanları mevcut. Bu açıdan hiçbir sektör adı belirtmiyorum. Birkaç yıl içinde Avrupalı, Amerikalı ve Japon yatırımcıların istilasına uğrayacak olan bu şirin ülkeye Türk iş adamlarının geç kalmamalarını diliyorum.