Beşiktaş’ın mevcut durumuna bakınca, “Hocanın her istediği oyuncuyu aldılar, dünya starlarını getirdiler, yönetim daha ne yapsın?” sorusu sorulabilir. İlk bakışta bu soru kulağa hoş gelebilir ama doğru değildir. Yönetim ve başkan Demirören’in, Schuster’in her isteğini yerine getirdiği doğrudur. Schuster’in her istediği oyuncuyu aldılar. Devre arasında bile Simao, Fernandez ve Almeida gibi yıldızları getirdiler. Ama en önemli eksikleri, Schuster’e Türkiye’nin Patagonya olmadığını anlatamadılar.
MEVCUT DURUMUN MALİ SONUÇLARI:
BJK yönetimi yaptığı transferlerle kulübü ciddi bir borç altına sokmuştur. Ciddi yönetimler ve sağduyulu taraftarlar bu tür transfer harcamalarına yatırım gözüyle bakarlar. Bu yatırımın geri dönüşü ise Şampiyon olmak ve Şampiyonlar Ligine kalmaktır.. UEFA kupasında ilerleyerek bu yatırımı paraya dönüştürmek mümkün değildir. UEFA Kupası gelirleri, bilet satış gelirleri ve TV yayın hakları ile sınırlı. Türkiye Kupasını kazananlar da bir miktar para kazanıyor ama bu kazanılan para yapılan harcamalar yanında devede kulak kadar kalır.
Şampiyonlar ligine kalındığında önce bir ‘hoşgeldin’ parası ödeniyor. Sonra da hem her kazanılan puan için hem de bir üst tura geçince ciddi paralar ödeniyor. Bir üst tura geçildiğinde yaklaşık 10 milyon dolar para kazanmak mümkün. Türkiye Liginde de benzer bir durum söz konusu; Artık yayın gelirleri performansa göre dağılıyor. Digitürk, Süper Lig’de mücadele eden her takıma sezon başında naklen yayın ihalesi gereği 10.1 milyon TL garanti para ödüyor. Ayrıca kazanılan şampiyonluklara orantılı olarak da sezon başında ödemeler yapılıyor. Bu sezon F.Bahçe ve G.Saray’a 18, Beşiktaş’a 14, Trabzonspor’a 6.3, Bursaspor’a ise 1.06 milyon TL ödendi.
Bu ödemeler dışında, TFF, yeni düzenlemeye gore, ligde kazanan her takıma 750 bin, beraberlik alana da 375 bin TL ödeme yapıyor. Tabii bir de sıralamaya göre yapılan ödeme var ki bu, gerçek anlamda ‘aslan payı’ niteliğinde. Ligde şampiyon olan 15, ikinci olan 12, üçüncü olan 9, dördüncü olan ise 6 milyon TL alacak. Buna karşın, beşinci olan takım 3, altıncı olan takım ise sadece 1,5 milyon TL alacak. Örneğin, yıl sonunda Fenerbahçe şampiyon olursa yaklaşık 55 milyon TL gelir elde edecek. Bu durumda Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında gelir farkı iyice açılacak.
Şayet sezon sonunda Beşiktaş bugünkü sıralamasını korur ve Türkiye Kupasını da kazanamazsa, Şampiyonlar ligi ve Türkiye Ligi’nden yaklaşık 60 milyon TL gelir kaybedecek. Oysa bugüne kadar yapılan futbolcu transferi yatırımlarının en önemli amacı, elde edilecek başarılar ile bu gelirlere sahip olmaktı. Şayet Beşiktaş’ın bugün bulunduğu konumdan Schuster sorumlu ise, bu zararın tek sorumlusu da Schusterdir.
TRANSFER YANLIŞLARI:
Önce transfer süreçlerindeki yanlışları ele alalım; Bir transfer süreci yaklaşık 6-7 ay sürmelidir. Transfer listesindeki futbolcularla sezon başlamadan 6-7 ay önce temas kurulup, sonra da performansları ciddi olarak taip edilmelidir. Aynı şey teknik direktörler için de geçerlidir. Türkiye’de ise transferler genel olarak son dakikada yapılmaktadır. Özellikle yabancı transferlerinde çok aceleci davranılmakta, yabancı takımların transfer edemediği oyunculara yönelinmektedir. Böyle olunca da ipler yabancı futbolcuların ve teknik direktörlerin eline geçmekte, kendilerini güvence altına alacak her türlüyü madddeyi kontratlarına koydurmaktadırlar. Bir anlamda kulübün elini kolunu bağlamaktadırlar.
Bir Beşiktaş’lı yöneticinin, Ferrari hakkında taraftarla girdiği dialogta, Ferrari’yi yollayamama nedeni olarak kontratındaki 10 milyon Euro’luk ceza maddesini belirtmesi durumu özetlemektedir. Transferi son dakikaya bırakan kulüplerin, futbolcuların bu tür anlamsız isteklerini çaresizlikten imzalamaları daha sonra başlarına bela olmaktadır. Güçlü kontrat maddelerine güvenen yabancı futbolcular canlarının istediği şekilde bu ülkede futbol yaşamlarını sürdürmektedirler.
Oysa, yapılan transferlerde performansa göre ücret kontrata konulsa yabancı futbolcuların performansı hiç şüphesiz bugünkünden çok daha fazla olurdu. Aynı koşul teknik direktörler içinde geçerli olmalıdır. Gerek teknik direktörlerle gerekse futbolcularla yapılan sözleşmeler birer ticari sözleşme niteliğindedir. Dolayısıyla sözleşmelerin içeriği de ‘kazan-kazan’ ilkesine göre olmalıdır. Örneğin; Schuster’e verilecek ücret Şampiyon olmaya, Şampiyonlar Ligine katılmaya ve kulübe kazandıracağı paraya endeksli olsa eminim Beşiktaş bugün bulunduğu konumdan daha iyi bir yerde olurdu. Başarısız da olsa yüksek paralar kazanmaya devam eden bir insan başarılı olmak için neden extra çaba sarf etsin?
YILDIZ TRANSFERİ Mİ, YILDIZ YARATMAK MI?
Quaresma ve Guti gibi yıldızların takıma kazandırılması Beşiktaş camiası gibi, tüm futbol camiasını da çok heyecanlandırmıştır. Bu yıldızların transferi ile Beşiktaş taraftarının hem skor hem de güzel futbol beklentileri doğal olarak yükselmiştir. Sezonun ilk yarısında istenilen sonuçların alınamamasından sonra, devre arasında Aurelio, Fernandes, Almeida ve Simao Sabrosa transfer edilmiştir. Bu futbolcularının tümü çok iyi bir futbol geçmişine sahiptir. Geçmişte oynadıkları takımlarda çok başarılı olmuşlardır.
Öncelikle bu oyuncuların çoğunluğu geldikleri takımlarda ‘general’ statüsünde oynayan oyunculardır. Yani sahip oldukları teknik özellikleri ve yeteneklerinden dolayı sahada özgürce oynarlar ve yaptıkları hatalar ‘asker’ statüsünde oynayan ouncular tarafından giderilir. Beşiktaş yönetiminin yanlışı, bu kadar çok ‘generali’ bir araya getirmesidir. Oysa, yıldız transferi olarak Guti ve Quaresma ile yetinilse, diğerlerinin yerine kariyerinin henüz başlangıcında olan fakat gelecek vaad eden genç yetenekler alınsa daha başarılı olunurdu. Beşiktaş’ın şampiyon olduğu 100. yılındaki ve Mustafa Denizli dönemindeki yabancıları hatırlarsak ne dediğimiz daha iyi anlaşılabilir. O dönemlerde gelen yabancıların tümü başarıya aç, henüz yıldız olmamış yabancılardı.
NERDE TAKIM RUHU?
Bir diğer yanlış da, bu transfer edilen oyunculara ve Schuster’e Türkiye’deki futbolun ve şampiyonluğun öneminin yeterince anlatılmamış olmasıdır. Türkiye’de elde edilen ikincilik hiç bir zaman başarı kabul edilmez. Daha da vahimi, bu ekibe Beşiktaş’ın Türkiye’deki konumu anlatılmamış. Bu ekibin, isminden dolayı Beşiktaş’ı sadece bir semt takımı olarak gördüklerini düşünüyorum. Onlara acilen Beşiktaş’ın, Türkiye’nin en eski en ve köklü takımı olduğu, vazgeçilmez etik değerleri bulunduğu, FB ve GS gibi takımlarla yaptığı her maçın çok önemli olduğu anlatılmalı.
Bir önceki yazımda da belirttiğim üzere, takım ruhu birlikte çok maç oynamak ve yakın arkadaşlık kurmakla oluşur. Schuster bu takımı her hafta farklı bir kadro ile sahaya sürüyor, kamp yaptırmıyor. Futbolcular birbirini sadece antremanlarda ve maçlarda görüyorlar. Böyle bir sistemle takım ruhu nasıl oluşacak? Boş saatlerinde birlikte yemeğe gitmeyen, birlikte eğlenmeyen futbolcular arasında nasıl arkadaşlık gelişecek? Bir takımda arkadaşlık olmazsa, sahada nasıl yardımlaşacak, birbirleri için nasıl özveride bulunacaklar? Bu konuda tek başına Schuster’i suçlamak da yanlış olur. Bu eksikliği gidermek, başkanın ve yönetim kurulunun sorumluluğundadır. Ama başkan ve yönetim kurulu Schuster’e öyle bir teslim olmuşlar ki, onu önemli maçlardan önce kamp yapmaya bile ikna edemiyorlar.
Beşiktaş’ın 34 kişilik kadrosunun, Nobre ve Aurelio’yu da sayarsak onikisi yabancı. Bu yabancıların da kendi aralarında arkadaşlıkları çok yaygın değil. İkili, üçlü guruplar halinde arkadaşlık ediyorlar. Schuster tarafından sahaya sürülen takımda, Nobre ve Aurelio’yu da yabancı sayarsak, genellikle 2 ya da 3 Türk oyuncu bulunuyor. Bu kadar çok yabancının sahada Beşiktaş için motive olup, forma aşkı ile top oynamalarını beklemek saflık olur. Taraftar bile sahadakileri motive edebilmek için Portekizce besteler yapmaya başladı.
YANLIŞ KRİZ YÖNETİMLERİ
Schuster takımın başına geldiği günden itibaren kaprisli bir kişiliği olduğunu göstermişti. Fatih Tekke ile yaşanan ilk kriz Schuster’in kişiliğinin bir göstergesiydi. Beşiktaş yönetimi Fatih Tekke’nin arkasında duramadı. Bobo’nun sakatlığında bile Schuster egosunu öne çıkartarak Fatih Tekke’ye şans tanımadı. Oysa Fatih Tekke, Guti ve Quaresma’lı Beşiktaş’ta en az üç maç kazandırırdı. Schuster daha sonra Bobo’ya takmaya başladı. İlk yarı sonundaki sakatlığının gerçek olmadığını ima ederek en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile Bobo’ya şans tanımadı. En son olarak da, Dinamo Kiev maçından sonra takımın savunma anlayışını eleştiren Sivok’u FB maçında kadroya almayarak cezalandırdı. Beşiktaş yönetimi ise, Schuster’in bu kaprisleri karşısında pasif davranıp, müdahale etmeyerek Schuster’in hatalarına ortak oldu.
Beşiktaş’ın son 3 maçta toplam 12 gol yemesinin ve kötü futbolunun en önemli nedenlerinden biri, Ankaragücü maçı devre arasında yaşanan İbrahim Üzülmez krizinin yanlış yönetilmesidir. İbrahim Üzülmez bu takımın kaptanı ve taraftarın en çok sevdiği futbolculardan biridir. Yaşanılan olay tam olarak kamuoyuna anlatılmamıştır. Üzülmez’in lakabı ‘deli’ ama kendisi durduk yerde Toraman’a yumruk atacak kadar da deli değil. O olayda Üzülmez’in yaptığı hareketi ne kadar yanlışsa, Beşiktaş yönetiminin de, Schuster’in talebi üzerine Üzülmez’in sözleşmesini aceleyle fesh etmesi o kadar yanlıştır.
Beşiktaş yönetimi, bu krizi çözerken hem zamanlama hatası yapmış hem de adil davranmamıştır. Dinamo Kiev ve Fenerbahçe maçları Beşiktaş için kader maçları idi. Bu maçlar öncesi böyle bir kararın alınması büyük bir zamanlama hatasıydı. Bu karar Beşiktaşlı futbolcuları ve tüm camiayı çok olumsuz etkilemiştir. Diğer yandan, bu olay dolayısıyla sadece Üzülmez’in cezalandırılmış olması da adil değildir. Geçmişte bu iki oyuncu arasında yaşanan gerilimler hatırlanırsa, son olayda Toraman’ın da bir tahriki olduğu şüphesi kuvvetlenir. Nitekim bu sözlü tahrik de ekranlara yansımıştır. Ersan Gülüm’ün sakatlığı dolayısıyla defansta sorun yaşayan Schuster, oportunistlik yaparak Toraman’ı aklayıp, Üzülmez’i ateşe atmıştır. Beşiktaş yönetimi, olayı büyütmeden her iki oyuncuya da para cezası verip, uyarabilirdi. Başkan devreye girip bu iki oyuncuyu barıştırır, Dinamo Kiev ve Fenerbahçe maçlarına sorunsuz bir kadro ile çıkabilirlerdi. Böylece Ferrari’nin ihaneti de yaşanmazdı.
Beşiktaş yönetimi bu kararları ile etik davrandıklarını iddia ediyorlar. Hatta, aynı şeyi Guti, Quaresma, Simao gibi yıldızlar yapsa onlara da aynı cezayı vereceklerini söylüyorlar. Ferrari’yi kontratındaki ceza maddesinden dolayı yollamayan bir yönetimin bu tür açıklamaları taraftarı ve kendilerini kandırmaktan başka bir değer taşımıyor.
Beşiktaş yönetimini başarılı yönetemediği bir başka kriz ise Schuster’in taraftara hakaret etmesi ile başlayan krizdir. İstanbul’da oynanan Dinamo Kiev maçından sonra taraftar Schuster’e tepki göstermiş ve istifaya davet etmiştir. Maç sonrası yapılan röportajlar sırasında kendisine taraftarın bu tepkisi sorulduğunda, argo bir ağızla, taraftarın tepkisini s.kine sallamadığını ve takımı beğenmeyenlerin maça gelmemesisini, evlerine gitmelerini söylemiştir. Bana göre Schuster’in bu tavrı en az Üzülmez’in yaptığı kadar vahimdir.
Üzülmez olayında asıp kesen Beşiktaş yönetimi bu olay karşısında derin bir sessizliğe bürünmüştür. Öncelikle Schuster’e Beşiktaş seyircisinin bu kulübün sahibi olduğunu, Beşiktaş seyircisinin ‘ev sahibi’ kendisinin ise ‘misafir’ olduğunu, maaşını bu seyircinin satın aldığı biletler ve formalarla ödendiğini anlatmalı ve özür dilemesi sağlanmalıydı. Ama Beşiktaş yönetimi değil özür dilemesini sağlamak, büründüğü sessizlikle Schuster’in daha da kabadayılaşmasına neden oldu. Fenerbahçe maçından sonra yaptığı basın toplantısında, taraftarın tepkilerinin takıma değil kendisine yönelmesi gerektiğini söyleyerek sözde taraftara yaptığı hakarete mazeret üretmeye çalıştı. Schuster aslında bu ikinci demeciyle de taraftara rest çekmiştir. Schuster’in bu kadar küstahlaşmasının baş sorumlusu da suskunluğunu koruyan Beşiktaş başkanı ve yönetimidir.
ETKİSİZ TARAFTAR DESTEĞİ
Yukarıda saydığımız nedenler kadar olmasa da, Beşiktaş taraftarının stadyumdaki tavırları da Beşiktaş’ın durumunu etkiliyor. Stadyumdaki taraftarın liderliğini Çarşı gurubu yapıyor. Çarşı gurubunun en önemli eksikliği maçı seyretmiyor olması. Maçı seyretmeyip sadece en yeni bestelerini icra etme çabasına girince de ne hakemlerin maçı nasıl katlettiğini görüyorlar ne de rakip takım üzerinde baskı oluşturabiliyorlar.
Güzel besteler yapmak elbette önemli. Yaptıkları her beste gerçekten beni duygulandırıyor, son derece de motive ediyor. Hele ki o son bestede yer alan, “Canına can katmaya geldik. Formanda ter olmaya geldik’ dizeleri yok mu, beni mest ediyor. Peki sahadaki 6 yabancı ve 2 devşirme oyuncu bu duygu yüklü besteyi anlıyor mu? Zaten sahaya her maç en fazla 3 Türk oyuncu çıkıyor, onların dışında stadyumda kendi kendimizi motive edip duruyoruz. Stadyumda hakemleri baskı altına alamazsanız, rakip oyuncuların kendi sahalarında gibi rahat oynamasına müsaade edersiniz yenilgiler de kaçınılmaz olur. Artık İnönü stadyumu rakiplerin korkulu rüyası olmaktan çıkmıştır.
Taraftarın bir başka yanlışı da oyuncular arasında ayrım yapıyor olmasıdır. Quaresma top kaptırıyor, alkışlanıyor. Topu taca atıyor, alkışlanıyor. Penaltı kaçırıyor, alkışlanıyor. Artistik hareket yapacağım derken kaptırdığı top gelip kalemizde gol oluyor, alkışlanıyor. Hatta zorla kendini oyundan attırıyor yine alkışlanıyor. Buna karşın kendi öz evlatlarımız bu ilgiyi göremiyor. Taraftarın kendi futbolcusuna küfür etmesini, yuhalamasını hep yadırgamışımdır. O kutsal formayı giyen tüm futbolcular sonuna kadar desteklenmelidir. O kutsal formaya layık olmayanların cezalandırılmasının yeri ise stadyum değildir. Hele ki maç oynanırken, sahadaki futbolcuyu protesto etmek kadar yanlış bir davranış tarzı olamaz.
Dinamo Kiev maçında Hakan Arıkan yediği ikinci golden sonra protesto edilmeye başlandı. Moral vereceğine kalecisini protesto etmenin tek bir mantıki açıklaması vardır; Daha fazla gol ye! Oysa o maç 2-1 bitse belki Beşiktaş’ın turu geçme umudu olabilirdi. Beşiktaş seyircisi oyun esnasında sahadaki kendi futbolcusunu protesto etmemeyi öğrenmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra da, maçı izlemeyi ve gerektiği yerde müdahale etmeyi de öğrenmesi lazım. Çarşı gurubuna bundan sonra çok iş düşüyor. Yapacağı yerinde ve zamanında müdahalelerle İnönü stadyumunun rakipler için kolay bir deplasman, hakemler içinse istedikleri gibi at oynatabilecekleri bir meydan olmaktan çıkarmaları gerekmektedir. Aksi takdirde kendi kendimizi motive etmeye devam ederiz.