Hayat mı tekerrürden ibaret yoksa genlerimiz mi?
Ben rahmetli babamın kopyası olarak geldim bu dünyaya. Onun gibi yaşadım. Hep ona özendim. Onun yaptığı tüm hataları ben de yaptım. Aynen şimdi benim oğlumun yaptığı gibi. Sanki, çok popüler bir filmin, günümüze uyarlanmış yeni versiyonunu izler gibi hissediyorum oğluma baktığımda.
Babam çok otoriter biriydi. Yüzündeki ciddi ifadenin altına sakladığı gülümsemesini çok nadir görürdük. Altın kalbinde yaşattığı sevenceliğini göstermesini, çocukluğundan beri aldığı “erkeklik” kültürü engelliyordu. Belki onun babası da öyleydi. O da babasını oynuyordu bize karşı.
Hayatta en çok sevdiğim erkek babamdı, ta ki oğlum dünyaya gelene kadar. Tapardım ona, ama gösteremezdim. Bıyıklarım terlemeye başladığından itibaren babamla aramda bir engel oluşmaya başlamıştı. Kimileri “saygı” diyordu buna. Ona sarılıp, kokusunu solumak artık çocukluğumda kalmıştı. Ben de “erkeklik” kültürü ile büyüyordum. Bir gün, o ayrılık gününün gelip çatacağını bile bile gidip sarılamazdım babama. Oysa ne çok isterdim dizine başımı koyup, öyle sonsuza kadar kalabilmeyi.
Oğlumun da başını dizime koyup, saçlarını okşamamı isteyip istemediğini bilmiyorum. Ama ben çok istiyorum ona sarılmayı, çocukluğunda olduğu gibi halının üstünde birlikte yuvarlanmayı. Kucağıma oturtup, ona masallar anlatmayı. Oğlumun en çok sevdiği masallar, ben küçükken babamın bana anlattığı masallardı. Acaba, ona da dedem mi anlatmıştı o müthiş güzel masalları?
Dertlerimi, sıkıntılarımı, sevinçlerimi, aşklarımı babamla paylaşamazdım. Oysa, “Yiğit yiğidin gamını alır” derler. Ne ben babama açılıp, benim gamımı almasına cesaret edebildim ne de o bana bu konuda yol verdi. Oğlum da benim gibi yapıyor. O da benimle paylaşmıyor dertlerini, gamlarını, kederlerini…
Babam, bir hatamız olduğunda, hatamızı yüzümüze vurmaz ama bizimle de konuşmazdı. Soğuk davranmaya başladığında anlardık bir hata yaptığımızı. Benim de aynı şeleri yaptığımı fark ettim geçenlerde. Eyvah! Oğlum da benim gibi mi yapacak torunlarıma?
Çok fazla nasihat etmezdi babam. Bilirdi ki, ne derse desin o delikanlı yüreğim bildiğini yapacak. “Hayat yaşanarak öğrenilir”, derdi. Ben de oğluma nasihat etmiyorum. Onun doğrularını olduğu gibi kabullenmeye çalışıyorum. Aynen babamın yaptığı gibi.
İlk gençlik yıllarımda, pek çok genç gibi ben de siyasete ilgi duyup, vatanı kurtarma sevdasına tutulmuştum. Devrimci harekete katıldıktan sonra babamla sıkça tartışır olmuştuk. Ülke sorunlarıyla ilgileniyor olmam dolayısıyla bir yandan benimle gurur duyuyor, bir yandan da devrim yapma sevdamızın başımıza açacağı belalardan tedirgin oluyordu. O yıllarda, hem sağdan hem de soldan, nerdeyse hergün en 20-30 genç hayatını kaybediyordu. Ölenlerin isimleri TRT’nin haber bültenlerinde okunuyordu.
Kavacık’ta yaşıyorduk o dönem. Kavacık’a akşam saat yediden sonra ulaşım aracı gelmezdi. Bu saati kaçırdın mı Anadoluhisarından Kavacığa yürümek gerekirdi. Çoğu zaman, “devrimci görevlerimiz” nedeniyle eve geç gelirdim. Babacığım ben eve geç geldiğim zamanlarda uyumaz, mutlaka TRT’nin son haberlerini izler, ölenler listesinde adımın olup olmadığını kontrol ederdi.
Bu tavrından dolayı kızardım babama. Bir sürü gencin yaşamanı kaybettiği bir dönemde, babamın benim için kaygılanmasını bencillik olarak algılardım. Bu konuda tartıştığımızda, “Baba olunca anlayacaksın beni” derdi. Şimdi oğlum 23 yaşında. Allaha şükür bizim yaşadığımız olaylar yaşanmıyor artık. Gençlerimiz bize göre daha güvenli bir ortamda yetişiyorlar. Buna rağmen, oğlum eve girmeden ben yatağa giremiyorum. Bazen sabahlara kadar beklediğim oluyor. Ne kadar yorgun olursam olayım uyku girmiyor gözüme. İşte o anlarda hep babacığımı hatırlıyorum. Ona çektirdiğim ızdıraptan dolayı suçluluk hissediyorum.
Deniz yollarında işçi başıydı babam. Karaköy gümrüğünde çalışıyordu. Likat-iş sendikasının kurucularındandı. Başkanlığı döneminde yönetim kurulunu mahkemeye vermişti yolsuzluk yapıyorlar diye. Sendikacılık tarihinde yönetim kurulunu yolsuzluk yaptığı için mahkemeye veren ilk ve de halen tek başkandır babam.
İlkokula gittiğim yıllardı.Bir gece evimize tanımadığımız adamlar gelmişti. Babama gümrükten bir mal geçirmek için tam 100,000 lira teklif ediyorlardı. Babam adamları kibarca kovmuştu kapıdan. Çocuk aklımla çok kızmıştım babama. O dönemde 100,000 liraya beş katlı apartman alınabilirdi. Biz ise gecekonduda yaşıyorduk. Tüm cesaretimi toplayarak, parayı neden kabul etmediğini sordum babama. Gülümsedi, kafamı okşayarak “Büyüyünce anlayacaksın ve şükredeceksin” dedi. Sonra da keyifle sigarasını sarıp, dumanını havaya savurdu.
İlk delikanlılık yıllarımda, özellikle de devrimci hareketle tanıştığım yıllarda babamın bu sözlerini sıkça hatırladım. Onunla gurur duydum. Maalesef bir kez bile bu davranışının beni nasıl derinden etkilediğini kendisine söyleyemedim. Ona teşekkür bile edemedim.
Yıllar sonra benzer şeyleri ben de yaşadım. İş hayatımın değişik dönemlerinde hayal bile edemeyeceğim paralar rüşvet olarak konuldu önüme. Her seferinde, babamın o mutlu gülümsemesi geldi gözlerimin önüne. Tereddütsüz redderken, oğlumun da benimle gurur duyacağını düşünüp sigaramın dumanını keyifle savurdum havaya. Aynen babam gibi. Allaha şükür oğlum sigara içmiyor . Ama, benzer bir durumla karşılaşırsa onun da kadehindeki rakıyı keyifle yudumlayacağından eminim.