SL 34. Hafta Kayserispor 3 : 0 Beşiktaş 25.05.2007
Futbol gündemi o kadar hızlı değişiyor ki, iki hafta üst üste yazmayınca, benim gibi amatör köşe yazarları gündemin kalabalık maddeleri içinde bir anda kayboluyorlar. Bu yazımda, son iki üç haftanın benim için önem taşıyan bazı maddelerini kısa bölümler halinde ele almak istiyorum. Bazı maddeler okuyucu için ‘bayatlamış’ olabilir. Ama bunlara da değinmeden geçemeyeceğim. Okuycularımdan peşinen özür dilerim.
Son haftalardaki olaylı maçları kısaca analiz etmek isterim. Bu maçlardan iki tanesi özellikle öne çıktı; Bu maçlar Beşiktaş ile Bursaspor arasında oynanan maç ile meşhur Galatasaray-Fenerbahçe derbisi idi. Bu maçlarda tansiyonu yükselten kişi ve kuruluşlar kimlerdi? Daha açık bir soruyla, bu olayların sorumluları kimlerdi?
Bence, bu olayların sorumluları öncelikle medya, sonra kulüplerin yöneticileri ve olaylar haftalar öncesinden geliyorum demesine rağmen önlem almayan güvenlik güçleri idi. Medyadan başlayalım: Bursaspor maçı öncesi, televizyon ve gazetelerde Bursaspor’un üç sezon önce ikinci lige düşmesine sebep olan Rize-Beşiktaş maçı günlerce gündeme getirilip tartışıldı. Üstü kapalı olarak, Beşiktaş’ın Rizespor’a maçı “sattığı” ima edilerek bu konuda zaten hassas olan Bursaspor taraftarları tahrik edildi.
Bu tahriklere Bursaspor yönetimi de katılınca iş çığırından çıktı. Başta Levent Kızıl olmak üzere Bursaspor yönetimi sakın bu konuda bir ihmal ya da tahrikleri olduğunu iddia etmesinler. Sezon başından beri, gerek katıldığı televizyon programlarında, gerekse kulüp kongresinde Bursaspor bu konuyu defalarca gündeme getirdiler. Bir anlamda, taraftarlarına hedef gösterdiler. Bu konuda ne derece sistemli çalıştıklarını, maç sonun için önceden hazırlatılmış tişörtler ve skorboard daki sloganlar ele vermekte. Güvenlik güçleri ise, tüm bu olayların meydan geleceğini bile bile yeterli önlemleri almamıştır. Beşiktaş kafilesinin geçeceği güzergah üzerinde, tam 40 kilometre boyunca göstermelik tedbir alan güvenlik kuvvetleri aynı hassasiyeti stadyumda göstermemiştir.
GALATASARAY-FENERBAHÇE MAÇI OLAYLARI
Galatasaray-Fenerbahçe maçında da aynı senaryo uygulanmıştır. Maçtan önce Fenerbahçe taraftarı medya, bir yandan Fenerbahçe’li futbolcuların Ali Sami Yen stadyumunun ortasına Fenerbahçe bayrağı dikerek ‘intikam’ alacaklarını ima ederken, bir yandan da Galatasaray’lı futbolcuların Fenerbahçe’li futbolcuları sahaya çıkarken alkışlaması gerektiğini yazıp, söyleyerek Galatasaray’lı taraftarları tahrik etmişlerdir. Bu “centilmen” medya mensupları, geçtiğimiz sezon Türkiye Kupası finalinde Beşiktaş’a yenilen Fenerbahçe futbolcu ve yöneticilerinin kupa törenine çıkmayıp, İkincilik madalyalarını almamaları konusunda tek laf etmemişlerdi. Ama konu Fenerbahçe olunca yakın geçmişlerinde centilmence davranmayanaların centilmence alkışlanması bir hak halini alabiliyor.
Galatasaray taraftarının bu tahriklere kapılıp, takımını sabote etmesi ve bir anlamda harakiri yapmış olmasını hoş görmek mümkün değil. Ama, stadyuma bu kadar çok meşalenin nasıl girdiği konusunda Galatasaray yönetiminin habersiz olması mümkün değildir. Eminim, Galatasaray yönetimi bu meşaleleri Fenerbahçe’yi yeneceklerinden emin olduklarından, kutlama amacıyla stadyuma soktular. Ama rüzgar eken fırtına biçer atasözü misali silah ters tepti ve kendi silahları ile intihat ettiler. Yeni sezonda alınacak saha kapatma cezalarının baş sorumlusu Galatasaray yönetimidir. Bu arada, stadyumda gereki aramaları yapmayan güvenlik kuvvetleri de bu suçun ortağıdırlar. İsteseler, maçtan önce stadyumda gerekli aramaları yapar ve daha önceden stadyuma getirilmiş olan bu meşale ve pankartlara el koyabilirlerdi.
Tüm bu olumsuz olaylara karşın, şampiyonluğun belirlendiği Beşiktaş- Fenerbahçe maçında ve İkinci lige düşecek olan takımların belirleneceği son hafta maçlarda hiç bir olayın çıkmaması yukarıdaki savlarımızı kuvvetlendirmektedir. Bu maçlar öncesi medya Fenerbahçe ile o kadar çok meşguldu ki, diğer maçlarda “rating” artırıcı tahriklere girmediklerinden ve bu kulüplerin yöneticileri sağ duyulu davrandıklarından kayda değer hiç bir olay yaşanmamıştır.
BEŞİKTAŞ’TA ERTUĞRUL SAĞLAM DÖNEMİ
Beşiktaş Tigana ile yollarını ayırmakla son derece iyi bir iş yapmıştır. Ancak yeni teknik direktör seçiminde aceleci davranarak, geçtiğimiz yıllarda yaptıkları hataları tekrarlamışlardır. Ertuğrul Sağlam henüz rüştünü ipatlamış bir teknik direktör değildir. Ancak Ertğrul Sağlam gelecek vaat eden ve ufku geniş bir teknik direktördür. Beşiktaş yönetiminin yapacağı en büyük yatırım, üst düzey kariyeri olan bir yabancı teknik direktörü iki yıllığına Beşiktaş’ın başına getirip, Ertğrul Sağlam’ı onun yardımcısı olarak çalıştırmak ve iki sene sonra Ertuğrul Sağlam’a takımı emanet etmekti.
Bir adım daha ileri gideyim; Beşiktaş yönetimi her türlü maliyetini üstlenip, Ertuğrul Sağlam’a Maurinho gibi bir teknik direktörün yanında bir ya da iki seneliğine çalışma imkanı sağlasa ve bu eğitim süresi sonunda Ertuğrul Sağlam’ı Beşiktaş’ın başına getirse Fulya’da yaptığı binalardan çok daha karlı bir yatırım yapmış olurdu. Ertuğrul Sağlam’ın böyle bir öneriye ne kadar sıcak bakacağı konusunda tereddütlerim var. Çünkü Türk teknik direktörlerden pek azı uluslararası deneyime önem vermektedirler.
Medyada, Ertuğrul Sağlam’ın eşinin türbanlı olması daha şimdiden bir çok spekülasyona neden olmuştur.. Eminim ki, Tigana’ya sonuna kadar sahip çıkan Beşiktaş seyircisi Ertğrul Sağlam’a da sahip çıkacaktır. Ancak, Ertuğrul Sağlam’ın, 2000 yılında Serdar Bilgili tarafından Beşiktaş’tan gönderilme nedenlerini hatırlatmakta yarar görüyorum. O Yönetim Kurulunda ben de yer aldığımdan yaşanan olayları detayları ile hatırlıyorum. Fulya’daki tesislerin alt katında yer alan ve Gordon Milne döneminde yaptırılan fizik kondüsyon salonu boşaltılarak mescit haline getirilmişti. Başta Ertuğrul, Rahim ve Mutlu olmak üzere bazı futbolcular antreman saatlerini namaz saatlerine göre değiştirmiş ve namaz saatlerinde mescite gelmeyen futbolculara baskı yapmaya başlamışlardı. Bu bilgi üzerine hareket geçen Serdar Bilgili mescitin tekrar fizik kondüsyon salonu haline gelmesini sağlamış ve yukarıda ismi geçen oyuncuları Beşiktaş’tan uzaklaştırmıştır. Dolayısıyla sorun , Ertuğrul Sağlam’ın eşinin türbanlı olması değildir. Başkan Demirören, Ertuğrul Sağlam’ın geçmişteki hatalarını tekrarlamaması konusunda uyanık olması gerekmektedir. Bu konuda Ertuğrul Sağlam’ın olgunlaştığına ve gençlik hatalarını tekrarlamayacağına inanmaktayım.
FATİH TERİM’İN KOMPLEKSLERİ
Milli takımımız, Fatih Terim’in kompleksleri nedeniyle Euro 2008‘e katılma şansını zora soktu. Fatih Terim, ligde kendi kulübünde takıma giremeyen oyuncuları Milli takıma çağırarak bu oyuncuların teknik direktörlerini küçük düşürmek istiyor. Bu komplesinin neticelerini 1996 turnuvasında yaşanan hezimette görmüştük. Galatasaray’ın yeni transferi ve adaşı Fatih’i milli takımda oynatarak inithar etmişti. Bosna karşısında ise kaleye Rüştü’yü forvete ise Hakan’ı koyarak milli takımın geleceğini zora soktu.
En klasik yaklaşımlardan biri, “Futbolda dün yoktur, bugün vardır” yaklaşımıdır. Milli takımlar, şöhretli futbolculardan değil, formda olan futbolculardan oluşturulur. Şampiyon takımın birinci kalecisi durumuna gelmiş olan Serdar yerine, takımında yer bulamayan Rüştü’ye kale emanet edilirse hezimet kaçınılmaz olur. Ayrıca, takımlarında son maçlarda üst düzey form yakalamış futbolcuları milli takıma çağırmayıp, sadece geçmiş başarıları ile hatırlanan oyuncuları milli takıma çağırmak olsa olsa “hizipçilik” olarak adlandırılabilir. Fatih Terim yıllardır bu hizipçiliği yapmaktadır. Bugüne kadar yürüttüğü bu politikada bir tek Tümer Metin’de başarılı olmuştur. Ancak diğer futbolcular konusunda aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Fatih Terim’in bu kompleksinin psikolojik çözümlemesini yapmak beni aşar. Bu psikologların işidir. Ancak elde edilen sonuçlara bakarak, Fatih Terim’in artık milli takıma yarardan çok zarar verdiğini söyleyebiliriz.