Seyahat öncesi, şirket merkezimizden Prag’daki hava koşullan, kalacağımız otel ve özellikleri, havaalanından şehire gelmek için ödeyeceğimiz taksi parası vs konularında bilgilendirici bir faks aldım. Faksın sonunda, “yanınızda mutlaka bir çift rahat ayakkabı getirin ve ilk gece yapılacakolan hoşgeldiniz partisine katılabilmek için, mutlaka sabah erken saatlerdeki uçuşlan tercih edin” diye bir not düşmüşlerdi. Bu önemsiz gibi görünen notun ne anlama geldiğini ancak Prag’a varınca anladım.
4 Nisan sabahı 10.30’da Çek Havayolları uçağı ile yaklaşık iki buçuk saatlik bir uçuştan sonra Prag’a vardık. Uçak alana iner inmez, daha önce Prag tecrübesi olan Türkler veÇek vatandaşları birbirini ezercesine terminale doğrukoşturmaya başladılar. Ben ne olup bittiğini anlayana kadar iş işten geçmişti. Kendimi polis kontrol kuyruklarının en sonunda buldum. İlk on dakika kuyrukta hiçbir kımıldama olmadı. Polis tüm pasaportların her sayfasını tek tek büyük bir ciddiyetle inceliyor. Yaklaşık l saat 15 dakika sonra sıra bana geliyor. Tam kurtukdum derken bu sefer polis benden resmi davetiyem olup olmadığını soruyor.Vizem tamam.dönüş biletim okeyli,kalacağım otel,adresim vs.. her şey tamam.ancak polis bir kez davetiye diye tutturdu, dönmesi mümkün değil.Sonunda beni kuyruktan çıkartıp polis ofisine götürdüler;kuyruktakiler bana kötü kötü bakıyorlardı.Polis şefine durumu anlatıyorum,beni dinliyor ama hiçbir tepki yok.Dışarı çıkıyor,içeri giriyor,telefonlar ediyor,bu arada da bakışlarıyla sürekli beni inceliyor.Ben çoktan vazgeçtim,bıraksalar ilk uçakla geri döneceğim.Ona da müsade etmiyorlar.Aklıma rüşvet teklif etmek geliyor ,ama ben postacıya bile bahşiş verirken zorlanırım.Neyse ,birbuçuk saatlik bir araştırmadan sonra iyi bir insan olduğuma ikna oluyor ve beni serbest bırakıyorlar.Özgür olmanın tadını hiç bu kadar yoğun yaşadığımı hatırlamıyorum.
Havaalanının çıkışında taksilerle ilgili büyük afişler var. Taksicilik yapan özel arabalara binilmemesi, beyaz renkli VW Passat’ların taksi olduğu ve bunlara binilmesi bildiriliyor. Çıkışta etrafimı bir sürü insan sarıyor. Kimi kendi arabalannın rahatlığını ve ucuzluğunu anlatırken kimi de para bozmak istiyor. Tarif edilen özelliklere uygun bir taksi bulup otele doğru yola çıkıyorum. Otele vardığımızda taksi bedeli, bize faksla belirtilenin yaklaşık iki misli tutuyor. Böylece ilk şehir turunu yaptığımı anlıyorum.Olsun, nasılsa buraları ilk müsait zamanda gezmeyecek miyim…
İş adamlarına duyurulur
Prag tüm önemli Avrupa kentleri gibi nehir kıyısınakurulmuş.Moldava (Vlata) nehri, şehri ikiye ayırıyor. Şehir beş yerleşim bölgesine ayrılmış. Her bölge bir numarayla anılıyor. Prag l, Prag 2 gibi. Kaldığımız otel, şehrin en büyük ve en önemli caddesi olan Vac lavske Bulvan üzerinde. Enönemli eğlence ve alışveriş noktalan bu bulvarda. Dolayısıyla gece gündüz son derece kalabalık bir yer. Yollarda Çek vatandaşındançok, turist görüyorsunuz. 12 milyonluk Çek Cumhuriyetine yılda 60 milyon turist geldiği söyleniyor. Ancak bu durum Çekleri biraz şımartmışa benziyor. Turizmin ve turistin önemini henüz kavramış değiller.Turistlere karşı davranışları son derece kaba. Turisti, cebi para dolu yolunacak kaz olarak görüyorlar.
Prag’daki ilk gecemizde, kaldığımız otelde bir içki firmasının tanıtım kokteyliyapılıyordu. Kokteylin adı “Exotic Nights”. Ayrıca tanıtımın bir parçası olarak bir tekstil defilesi de otel lobisinde gerçekleştirildi. Bu vesileyle tüm Prag sosyetesini ve top modellerini yakınen tanıma firsatı bulduk. İşadamı gözüyle Prag hakkındaki ilk izlenimi burada ediniyorum. Çek kızları gerçekten çok güzel ve sıcak kanlı…
Prag’da kaldığım sürece iki defile seyretme fırsatı buldum. İkisi de kaldığım otellerin lobilerindeydi. Bu işlerden hiç anlamam ama mankenler hariç hiçbir şey gözüme hoş gelmedi. Bu ülkede Türk koreografların oldukça fazla ilgi görebileceklerine inanıyorum. Ayrıca seyrettiğim defile deri üzerineydi. Deriden az çok anlarım. Sergilenen deri kıyafetler gerek model, gerekse deri kalitesi açısından bence bizim üçüncü sınıf derilerle eşdeğerdi.
Prag’da gelişmiş sektörlerden biri de tüm eski demirperde ülkelerinde olduğu gibi fuhuş sektörü. Akşam üzerleri turistik bölgelerde gezerken, mutlaka birkaç kadın yanınıza yaklaşıp “uygunsuz” tekliflerde bulunabiliyor. Kendilerini tek bir kelime ile ifade edebiliyorlar: “Sex…” Aynca taksi şoförleri bu işe önemli vakit ve çaba ayırıyorlar.
2.darbe
Prag’da dikkatimi çeken diğer bir nokta da korkunç bir imar faaliyetinin tüm şehirde yürütülmesiydi. Neredeyse tüm şehir yeniden imar ediliyor. Sosyalist dönemde yapılan konutların ortalama büyüklüğü 20 -25 metrekare!.. 40 – 50 metrekarelik evler lüks sayılıyor. Eskiden bu evlerde komünist parti yöneticileri otururmuş. Değişen bir şey olmamış, şimdilerde de eski komünist parti yöneticileri oturuyor. Bundan dolayışehrin her yerine 90 – 100 metrekarelik konutlar yapılıyor. Türk müteahhitlere de bu ülkede çok ekmek var gibi gözüküyor. Bu arada komünist partinin hakkını da yemeyelim: İnanılmaz büyük ve güzel bir metro yapmışlar.Yaklaşık 40 tiyatro, 100kadar da sineması var Prag’ın. Sosyalistleri bu konuda taktir etmemek mümkün değil. Biz de gelmişken bir tiyatroya gidelim dedik. Araştırmalarımız sonunda Laterna Magica adlı bir tiyatroda karar kıldık. Çoluk çocuk harkesin anlayabileceği ve eğlenebileceği tarzda hazırlanmış. Oyun kapalı gişe oynuyor. Yardımcı olmayı vaad eden otel resepsiyonundan, 530 Krone’luk (l Krone=3.400 TL)bileti iki misline alıyoruz. Biletlerin üstündeki fiyat bölümünü daksille silmişler. Büyük bir hevesle geldiğimiz tiyatroda ikinci felaketi yaşayacağız: Kapıdaki görevli, biletlerimize bakıyor ve anında yüzü asılıyor. Biletleri karaborsadan almışız, bu yüzden bizi tiyatroya alamayacakmış. Bizi cezalandırmazsa, otel yönetimi karaborsacılığa devam edermiş. Herkes şüpheli gözlerle bize bakıyor. Ne yapsak, ne söylesek olmuyor. Çek Cumhuriyeti’nde adam dövmenin cezası hakkında bir fikrim olmadığından ya sabır çekiyorum. Sonunda tiyatroya giremiyoruz. Otele döndüğünüzde ben de hırsımı resepsiyon görevlisi başta olmak üzere tüm nöbetçi personelden çıkartıyorum. Sonunda bu biletleri polise götüreceğimi söyleyince tavır değişiyor. Ve ertesi güne fiyatı silinmemiş dört yeni bilet buluyorlar.
Şehrin tarihi ve turistik güzellikleri iki bölgede yoğunlaşmış: İlki Hradcany; diğeri Old Town. Hrad-cany’de, şehrin kalesi, en büyük ve en eski katedrali var. Rehberimiz şehir kalesine gidiyoruz deyince insanın aklına bizim hisarlar veya İstanbul Surları gibi biryer geliyor. Oysa gördüğümüz kalenin kalelikle hiç ilgisi yok. Bir tepenin üstünde yüksek duvarlı binalar yapılmış. Kalenin içinde Altın Yolu dedikleri bir sokak bulunuyor.
Kafka’nın mı değil mi?
Eski tarihlerde, ismi lazım değil, bir Çek kralı, dönemin en ünlü simyacılarını bu sokağa toplayarak altın üretmelerini istemiş. Simya-gerler yıllarca uğraşmışlar ama nafile… Kelleleri gitmiş mi bilmiyoruz, rehberlerimiz işin bu kısmını pas geçtiler. Altın Yolu denilen bu sokak, yaklaşık 2.5metre eninde, 50 metre uzunluğunda. Dolaşırken insanı hafakanlar basıyor. Sokaktaki evler ise yine kale duvarlarının içine yerleştirilmiş oyuncak evlere benziyor.
Prag’da en çok övünülen konuların başında ünlü Kafka ile hemşehri olmaları geliyor. Kafka’nın yaşadığı iddia edilen ev de bu Altın Yolu’nda. Şehirdeki tüm turizm bürolarında, otel broşürlerinde ve tanıtıcı kitaplarda Kafka’nın hemşehrileri olduğu ve evinin mutlaka görülmesi gerektiği, önemle belirtiliyor. Rehberimiz ise söz konusu evin Kafka’ya değil, kızkardeşine ait olduğunu söylüyor. Israrlı sorularımız üzerine, Kafka’nın bu evde sadece bir gece kaldığını ağzından kaçırdı. Kafka’nın o evde yaşamış olabileceğine bizler de pek ihtimal veremedik. Kafka o evde değil iki satır yazmak, sıkıntıdan herhalde intihara kalkışırdı.
Ülkenin cumhurbaşkanı da bu kalenin içinde yaşıyor. Kalenin içindeki meydanlığa bakan bir binada ikamet ediyor. Halka sesleneceği zaman da bu meydanlığa bakan bir balkona çıkarak konuşuyor. Vatandaş, cumhurbaşkanının zevksizliğinden muzdarip…
Ve Türkler
Kalenin içinde görülebilecek önemli yapılardan biri de St. Vitus Katedrali. Bu katedral tam 500 yılda tamamlanmış. Katedralin inşaatına 1344’de başlanmış, araya savaşlar girmiş ve ancak ön tarafı bitirilebilmiş. Biten kısmı ibadete açmışlar. Yıllar sonra tekrar başlanmış, tekrar savaşlar çıkmış. Bu şekilde katedral ancak 1929’da bitirilmiş.En önemli özelliği, inşa etmeye çalışanların hepsinin, ilk projeye sadık kalmaları; yani ortaya bir ucube çıkmamış. Katedralin içinde inanılmaz güzellikle kristal vitraylar bulunuyor. Diğer önemli bir özelliği de Çek hazinelerinin burada korunuyor olması. Hazinenin bulunduğu bölümün 7 kilitli bir kapısı var. Bu 7 kilidin anahtarları, cumhurbaşkanı, başbakan, belediye başkanı gibi kişilerde bulunuyor. Dolayısıyla, hazinenin teşhir edileceği zaman bu kişiler biraraya geliyor. Rehberimizin iddiasına göre Avrupa’nın en görkemli ve en pahalı kraliyet tacı kendilerinde bulunuyor. İngiltere Kraliçesi de bunu teyit etmiş.
Turistik açıdan Old Town Square bana daha canlı ve cazip geldi. Geniş ve ferah bir meydanda hem tarihi bilgi ve görgünüzü arttırırken, hem de meydandaki lokanta ve kafelerde dinlenip soğuk pilsen biranızı içebilirsiniz.
Bu meydanda benim en çok ilgimi çeken yapı saat kulesi oldu. Kule 1410’da yapılmış, değişik tarihlerde restorasyon görmüş. Kulenin üstündeki saat bildiğimiz akrebi yelkovanı olan türden değil. Bir tür astroloji saati. Saat, 15. yüzyıldaki bilimsel verilere göre yapılmış. Saatin ortasında dünya, dünyanın çevresinde ise gezegenler bulunuyor. Kadranın tam üzerinde iki küçük pencere var. Her saat başında kuleden bir müzik yayını başlıyor ve bu pencereler açılıyor. Pencerelerin önünden Hz. İsa’nın azizleri birer birer geçiyor.
Kadranın iki yanında ikişerli olarak dört küçük heykel bulunuyor. Azizlerin geçit resminden sonra bu heykeller de hareket ediyorlar. Heykellerden kadranın sağında olanlardan biri Çekleri simgeliyor. Elindeki ayna ve kıyafetiyle mutluluğu temsil ettiğini söylüyorlar. Çek’in yanındaki, Yahudi ve cimriliği temsil ediyor. Öte yanda ise bir iskelet var ki ölümü temsil ettiğine inanılıyor, iskeletin yanındaki başı sarıklı şalvarlı, sakallıadam ise rehberin söylediğine göre Türk ve kötülüğü temsil ediyor. Daha sonra rehberimiz elindeki kitaba bakarak, yanıldığını ve Türk’ün şehveti temsil ettiğini belirtiyor.
Ah yurdum malı…
Old Town Square’den sağa doğru yürüyünce ünlü Charles Köprüsü’ne çıkılıyor. Prag’da bir sürü köprü var ve en meşhurlan da bu Charles Köprüsü. 14. yüzyılda inşa edilmiş ve 19. yüzyıla kadar da Moldova nehri üzerindeki tek köprü imiş. Köprü, araç trafiğine kapalı; sadece yayalar kullanıyor. Korkuluklarının üzerinde birçok din adamı ve kralın heykelleri var. Gelip geçenler bu kral heykellerinden birinin altında bir yere ellerini sürüp dilek diliyorlar. Heykelin her tarafı pislikten kararmış olmasına rağmen bu bölüm, her gün sürülen binlerce el sayesinde altın gibi parlıyor.
Old Town Square’in ilgi çekici yanlarından biri de tüm önemli mağazalann buralarda olması. Bildiğiniz her türlü markaya burada rastlayabilirsiniz: McDonald’s’ından Adidas’ına, Versace’sinden YSL’ine her şeyi bulabilirsiniz. Ancak Türkiye ile kıyaslayınca fiyatlar bir hayli yüksek. Aynı marka malı Türkiye’de yarı fiyatına bulabilirsiniz. Bu arada marketlerde Ülker ve Kent firmalarının ürünlerini gördüğümüzde duygulandığımızı söylemeden geçemeyeceğim.
Çeklerin kristal ve porseleni dünya çapında ünlü. Onlar da bunun farkında olduğundan fiyatları hayli yukarı çekmişler. Ben kristalden, porselenden pek anlamam ama eşim oldukça beğendi. Ancak fiyatları görünce, tüm bonkörlüğüme rağmen hiçbir şey satın almadı.
Old Tovvn sokaklanndaki seyyar satıcılardan hatıra birkaç eşya alalım diye bir tezgaha yaklaştık. Tezgahtaki delikanlı bize her dilden “buyrun” dedikten sonra bizim konuşmalarımızı duyunca Türkçe, “Buyrun, size yardımcı olayım” demez mi, birden sanki dilimiz tutuldu. Bursalı bir Türk, iki senedir Prag’da çalışıyor. Hatıra eşyamızı ondan aldık, hatırı sayılır miktarda indirim yaptı.
Rehberimiz, ölümü 1. Dünya Savaşı’na yol açmış olan Avusturya Macaristan Veliahdı Franz Ferdinand’ın yaşadığı şatonun da Prag’a 45 dakikalık uzaklıkta olduğunu ve istersek bu şatoya gidebileceğimizi söylüyor. Prag’a kadar gelmişken, milyonlarca insanın ölümünün müsebbibinin yaşadığı yeri görmemek olmaz. Sabah erkenden yolaçıkıyoruz. Şatonun adı Konopişte. Konum olarak Prag kalesinden daha korunaklı. Etrafı hendeklerle çevrili gerçek bir kale. Şatoyu Franz Ferdinand yaptırmamış.
Çek hanedanından bir prensten satın almış. Bu Fercinand denen zat silaha ve ava çok meraklı imiş. Şatoda Çek sanat tarihinin en değerli tablo ve antikaları bulunuyormuş. Ancak Ferdinand tüm bu tarihi eserleri satarak bir İtalyan soylusunun silah koleksiyonunu satın almış ve zamanla da geliştirmiş; şato bir silah müzesini andırıyor.Aynca Ferdinand, avladığı hayvanları da tahnit ettirmiş. Hayatı boyunca 300 bin hayvan avlamış. Bu hayvanların kiminin başlarını tahta üzerine monte ederek duvarlara asmış, kimini doldurup kapı girişlerine koymuş, kiminin ise postunu yerlere sermiş.Hepsinin de bir kenarına telef edildikleri tarihleri koymayı ihmal etmemiş. Bukadar hayvanın ahını alan Ferdinand verem olmuş. Hava değişikliği iyi gelir diye dünyayı gezmiş, gezdikçe de avlanmış. Belki de öldürüldüğü Saraybosna’ya gitmese şatosunda veremden ölecekmiş. Su testisi su yolunda kırılır…
Bir gün gelmiş bu ünlü avcı bir Sırp’a av olmuş. Ferdinand’ın katilinin I. Dünya Savaşı’na yol açmasını ve milyonlarca insanın bu savaşta öldürülmüş olmasını,inanın, bu şatoyu gezdikten sonra hiç içime sindiremedim.