Süper Lig 6. Hafta Beşiktaş 0 : 0 Galatasaray 19.09.2004
Pazar günü son derece keyifsiz bir derbi maçı izledik. Her iki takım da beraberlik için sahaya çıkmışlardı. Galatasaray’ın sahaya beraberlik için çıkması normal. Deplasmanda oynuyor ve mevcut kadrosuyla Beşiktaş’tan bir puan çıkartması başarı sayılabilir. Ama Del Bosque’nin bu mantıkla sahaya ilk on birini sürmesi son derece abes. Del Bosque Beşiktaş’ı bir semt takımı zannediyor. Birileri ona Beşiktaş’ın Türkiye’nin takımı olduğunu, kişiliksiz futbolun seyirciyi yaraladığını ve sabrını taşırdığını anlatmalı. Bunu anlatacak kişi de Beşiktaş’ın menajeri olmalıdır.
Beşiktaş bu önemli derbi maçında üç puanı orta sahası sayesinde kaybetti. Beşiktaş’ın mevcut kadrosunun 4-4-2 dizilişiyle oynaması mümkün değil. Zira orta blokta pres yapabilen, topu oyuna olumlu sokabilen oyuncuları yok. Oyun kurucusu olmayan bir orta sahanın gol pozisyonu üretmesi mümkün değil. Nitekim bunu Pazar gecesi de hep beraber gördük. Sergen’in ileri ikilide oynaması da yanlış. Sergen markaj altında top oynayamıyor. İleri ikilinin arkasında oynadığında ise oyunun skorunu değiştirebilecek işler yapıyor. Sergen’in bu özelliğini Türkiye’de Del Bosque hariç herkes görüyor, biliyor.
Pazar günkü derbide her iki takımdan da öne çıkan bir futbolcu yoktu. Tüm futbolcular, “hata yapan ben olmayayım, kabak benim başıma patlamasın” stresi ile oynadılar. Bu stres yüzünden kalelere doğru düzgün şut atılmadı. Şut atılamadan da gol olmuyor. Pazar gecesi ben özellikle İbrahim Akın’dan çok şeyler bekledim. Ancak İbrahim de ürkek oynayınca ne şut atabildi, ne de oyunu kanatlara yıkabildi. Carew ile Sergen’in sakatlanmalarına da aklım ermedi. Norveç’te oynanan Bodo Glimt maçında bu oyuncular dinlendirilmiş ve bu maça saklanmışlardı. Ama bu önemli maçta her ikisi de sakatlanıp oyundan çıktılar. Bunun da mantıklı bir izahı olmalı, diye düşünüyorum.
Bu önemli maçla ilgili yazacak fazla bir şey bulamıyorum. Keyifsiz, tatsız-tuzsuz bir maç izledik. Bu maçın galibi bence Fenerbahçe oldu. Bu skordan dolayı Beşiktaş’ın 10, Galatasaray’ın ise 3 puan önüne geçmiş oldu. Trabzon da puan kaybedince liderlik koltuğuna oturdu. Pazar gecesinin en heyecan verici yanı Beşiktaş İnönü Stadyumu’nun yenilenmiş hâli idi. Yönetim kurulu, Beşiktaş’a layık bir stadyum inşa etmiş. Ben çok etkilendim. Seyircinin tel örgü olmamasına rağmen bu kadar olgun bir şekilde maç seyretmesi de beni etkiledi. Ancak tribünlerin bu kadar sahaya yakın olması ve arada hiçbir engel olmaması ilerisi için potansiyel tehlike arz ediyor. Lig’deki puan savaşının kızıştığı ve Cem Papila gibi hakemlerin kışkırtmaları ile bu seyirciyi zapt etmenin güç olacağına inanıyorum. Zira Türkiye’deki yasalar henüz futbol fanatiklerini caydıracak önlemlerle donatılmış durumda değil. Bu konuya bir başka yazımda değineceğim.
***
Yazımın son bölümünü yine futbol spikerlerine ve yazarlarına ayırdım. Fenerbahçe maçını izlerken spikerin bir benzetmesine takıldım. Spiker, Fenerbahçe’nin oyununu övmek için devamlı, “Bir futbol resitali izliyoruz,” cümlesini tekrarlayıp durdu. Bu kardeşimize birileri resitalin, tek bir sanatçının tek bir çalgı ile verdiği konser olduğunu öğretmeli. Örneğin; piyano resitali gibi… Bu benzetme zaman zaman spor yazarları tarafından bazı maçlarda parlayan, yıldızlaşan oyuncular için yapılıyor. Muhtemelen spiker arkadaşımız da bu benzetmeyi spor yazarı arkadaşlarından duymuş. Ama takım resitali olmaz. Taktım bu spikerlere, bundan sonra daha dikkatle dinleyeceğim.
Pazar günkü Sabah gazetesinin spor bölümünde bir haber başlığı dikkatimi çekti. Başlıkta şunlar yazılıydı: “İkinci devresi gol düellosu şeklinde geçen maçın sonucunu Çetin belirledi.” İnsan bu başlığı okuyunca, 4-3, 5-4 falan gibi sonuçlar olduğunu zannediyor. Oysa maçın sonucuna baktım Sivas Spor, Y. Yozgat’ı 4-1 yenmiş. Bunun neresi gol düellosu anlamadım. Böyle büyük tirajlar yakalamış gazetelere böyle hatalar yakışmıyor. Biraz daha ciddiyet lütfen!