FUTBOL ENDÜSTRİSİNDE AYAKTA KALABİLMEK
Futbolun endüstrileşmesi süreci, profesyonelleşme sürecine koşut olarak gelişmiştir. Önce futbol sahalarının kiralanması ile başlayan süreç, iyi futbolcuların transferinde el altından ödenen küçük ücretlerle devam etmiş, daha sonra ise futbolcu ve kulüplerin profesyonelliğe geçmesi ile yükselmiştir. Yayın kuruluşlarının ve pazarlama dünyasının patronlarının ilgisiyle doruğa ulaşmıştır.
Bu endüstrinin temel elemanları nedir?
Öncelikle endüstrinin piyasaya sunduğu nihai üründen başlayalım; bu ürün, yaratılan takımın aldığı sonuçlar ve elde ettiği başarıdır. Yaratılan takım ve teknik heyet ise bu endüstrinin girdileridir. Ne kadar dengeli, adanmış ve yetenekli futbolcularınız olursa ve geminin kaptanı ne kadar bilgili ve tecrübeli olursa o kadar başarılı olursunuz.
Ürününüz başarılıysa üç temel geliri; maç günü gelirleri, yayın gelirleri ve pazarlama gelirleri de yüksek olur. Bu yüksek gelirleri nasıl kullandığınız da çok önemlidir. Futbolcu transferi politikanız başarınızı belirleyecek en önemli faktörlerden biridir.
Başarılı bir transfer politikası yürütmek için değişik alternatif vardır;
– Pahalı transferler yaparak iyi bir takım yaratmak
– Sadece alt yapıdan gelen oyuncularla iyi bir takım yaratmak
– Alt yapıdan gelen futbolcular iyi transferlerle harmanlanarak bir takım yaratmak.
Bence en etkili yöntem, en son belirttiğim alternatiftir.
Futbolun temel girdisi futbolcusu ise, sürekli transfer (ithalat) yaparak dengeli bir ekonomik model yaratamazsınız. Bu endüstrinin girdilerini üretemezseniz, ithalat ile yola devam ederseniz, kısa süreli başarılar elde edebilirsiniz. Bu başarıların maliyeti ise, bilançonuzun terse dönmesi ve bütçe açığın geometrik olarak büyümesidir.
Türk futbolunun bugün geldiği nokta budur.
Türkiye Süper ligine bir göz atalım; Bu ligde mücadele eden 18 takımın kadrosundaki toplam oyuncu sayısı 450’yi buluyor. Bu sezon Süper Lig’de 139 yabancı oyuncu mücadele ediyor. Geriye Türk statüsünde oynayan toplam 311 oyuncu kalıyor. Yani oranlarsak, ligimizdeki futbolcuların %30,8’i yabancıdır. Mevcut 311 Türk oyuncunun 94’ü Avrupa yetişmiş ve Türkiye’ye getirilmiş futbolculardır. Bu oyuncuları da ‘ithalat’ kapsamına alabiliriz. Böylece Süper ligimizde oynayan ‘yerli’ oyuncu sayısı 217’ye düşer. Yani ligimizde oynayan 450 lisanlı futbolcunun sadece %48,2’si bu ülke topraklarında yetişmiştir.
Süper ligde top koşturan, Türkiye’de yetişmiş bu 217 futbolcunun önemli bir kısmı da forma şansı bulamıyorlar. İlk on birde oynayan futbolcuların önemli bir kısmı yabancılar ve yurtdışından gelenlerden oluşuyor. Bu durum milli takıma da yansıyor. Milli takımın önemli bir kısmını yurtdışından ithal edilmiş futbolcular oluşturuyor.
Türk futbolunun hem kulüpler bazında hem de milli takımlar bazında başarısızlığının temel nedeni kendi ülkesinde futbolcu yetiştirememesidir. Sürekli bir ithalat yapılmaktadır. Bu ithalatın sonucunda bütçe açığı büyüdüğünden, kulüpler çok kaliteli yabancı oyuncu transferi yapamamaktadırlar. Her sene 7-8 vasat yabancı futbolcuya harcanan ücretlerle çok kaliteli bir ya da iki futbolcu almak çok daha verimli olabilir.
Beşiktaş’ı örnek olarak alalım; 27 kişilik kadronun 10’u Yurt dışından ‘ithal’ edilmiş Türk oyuncular, 8’i yabancı (Veli’yi dahil etmedim), geriye kalan 9 futbolcu ise Türkiye’de yetişmiştir. Bu 9 Türk futbolcunun sadece 4’ü Beşiktaş alt yapısından yetişmişler. Bu isimler; Kaleci Enes Fidayeo, Ümit Karael, Atınç Nukan ve Necip Uysal’dır. Alt yapıdan yetişen bu dört oyuncudan ilk on biri zorlayan tek isim ise Necip’tir.
Acaba, genç nüfusu pek çok gelişmiş ülkenin ağzını sulandıran ülkemizde yetenekli sporcu kıtlığı mı var?
Kesinlikle hayır!
Uluslararası spor müsabakalarında Türkiye’nin gençlik karnesi hiç de kötü değildir. Aklıma gelen bazı örnekleri paylaşayım; UEFA Avrupa 17 yaş altı futbol şampiyonasında Türkiye 1994 ve 2005 yıllarında şampiyon olmuştur. Aynı turnuvada 2008 ve 2010 yıllarında yarı finalist oldular. FIFA U-17 Dünya Kupasından gençlerimiz 2005 yılında 4.oldular.
Bu takımlardan kaç oyuncumuz A Milli takımına yükselebildi? Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda gencimiz Süper Ligde forma giyme şansını yakaladılar.
Trabzon Erdoğdu Lisesi, Dünya Liseler Arası Futbol Şampiyonası’nda Dünya birincisi oldu. Bu büyük başarı maalesef basınımızda hak ettiği yeri alamadı. Bu şampiyon takımdan kaç futbolcunun Trabzonspor’da forma giyeceğini merak ediyorum.
Basketbol ve diğer spor branşlarımızda da durum farklı değil. 2013 yılında Genç Erkekler Avrupa Basketbol şampiyonu olan gençlerimizin kaçı TBL’de oynayan kulüplerde forma giyiyor?
Demek ki ülkemizde yetenekli sporcu gençlerimiz mevcut. Ama biz onları sadece bir yere kadar taşıyabiliyoruz. Taşıyabildiğimiz seviye ise gençlerin yeteneğinin öne çıktığı seviyedir. Bir sonraki seviye ise daha üst düzey bir sistem ve eğitim gerektirmektedir. Mevcut alt yapıların başına getirilen emekli futbolcular ne bu sistemi kurabilecek ne de modern futbolun gerektirdiği eğitimi verebilecek donanımda değildirler. Kulüpler eski futbolcularına ‘vefa’ göstermek ve onlara istihdam yaratabilmek için, donanımlarına bakmadan altyapıda görevlendirmektedirler.
Dünya’daki futbol ligleri aslında ülkenin yönetim modelinin bir yansımasıdır. Ülke nasıl yönetiliyorsa futbol endüstrisi de öyle yönetilir. Türkiye 1980’li yıllarda gümrük duvarlarını önemli ölçüde kaldırarak, tarımsal üretimden vaz geçmiş, montaj sanayiini model almıştır. Bir zamanlar tarımsal gıda ihracatçısı olan Türkiye şimdi en temel gıda maddelerini bile ithal eden bir ülke haline gelmiştir. Futbol endüstrisinin de ithalata dayanan bir model ile yönetilmesi kaçınılmazdır.
Bu durumda yapılması gereken en önemli hamle Alt Yapı yatırımlarıdır. Ancak alt yapı yatırımlarından sadece tesisleşme anlaşılmamalıdır. Güzel çim sahalar, modern kamp tesisleri yapmak elbette son derece gereklidir. Ancak bu tesislerde verilecek eğitim sistemi ve görev yapacak eğitmenler çok daha önemlidir.
Türk futbol endüstrisinin alt yapı anlayışı da, ülkenin genel yönetim anlayışından farklı değildir. Her ile bir üniversite açarak eğitim reformu yaptığını zanneden zihniyet futbolda da hakim düşünce biçimidir. İçinde yetişmiş öğretim görevlilerinin bulunmadığı üniversiteler nasıl sadece diplomalı işsizler yetiştiriyorsa, futbol endüstrimizin alt yapılarından da sadece U21, U17’ye kadar yükselebilen oyuncular yetişmektedir. Sonrasında pek çoğu, gelecek göremediği için futboldan soğumakta ve futbolu bırakmaktadırlar.
Öyleyse nasıl bir altyapı gerekmektedir?
Altyapı için Türkiye’nin ayrı bir model oluşturma araştırmasına girmesi gerekmiyor. Avrupa’nın altyapıda başarı sağlamış kulüpleri ile sağlanacak işbirliği anlaşmaları ile en uygun model hayata geçirilebilir. Çok uzağa da gitmeye gerek yok; Yurtdışından ‘ithal’ ettiğimiz 94 Türk futbolcusunun 65’i Almanya’da yetişiyorsa aradığımız model orada demektir.
Altyapısı güçlü Alman takımları ile işbirliği içine girmek en mantıklı ve kolay yol olarak gözükmektedir. Almanya’da yaşayan Türklerin ilgisini çekmek ve taraftarları arasına katma olasılığı Alman takımları için bulunmaz bir nimettir. Zira, bu ligde oynayan Türk futbolcular kendi fan’larını yaratmaktadır.
Peki, işbirliği modeli nasıl olmalıdır?
1) SİSTEM
Öncelikli sorun sistem sorunudur. Yukarıda verdiğim örneklerden de görüleceği üzere, futbol endüstrimizdeki sistem, gençlerimizi bir seviyeye kadar taşıyabilmekte ama daha üst seviyelere getirememektedir. Sistem; alt yapı futbolcularının seçiminden başlayıp, futbolcuların bedensel gelişimi, okul eğitimleri, futbol teorik bilgisi, bireysel yeteneklerinin geliştirilmesi, takım oyununu kavramaları, istatistik bilgilerinin derlenip, değerlendirilmesi gibi pek çok faktörün objektif ve bilimsel kriterlere göre yönetilmesidir.
İşbirliği yapılacak kulüpten kendi kullandıkları sistemi sıfırdan kurmaları talep edilmelidir.
2) EĞİTİCİ EĞİTİM
İşbirliği yapılacak kulüpten ikinci büyük beklenti ise, alt yapı hocaları yetiştirmeleri olmalıdır. Yurtdışından getirilecek hocaların Türk hocaları yetiştirmesi talep edilmelidir. Eski alışkanlıklarını sürdürmekte direnen emekli futbolculardan uzak durulmalı, tercihen spor akademilerinden temin edilecek gençlerin hoca olarak yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu eğitim bir kereliğine yapılmamalı, süreklilik kazandırılmalıdır.
3) FUTBOLCU EĞİTİMİ
Son olarak da işbirliği yapılacak kulübün alt yapı sorumluları ile uzun vadeli futbolcu eğitimleri hedeflenmelidir. Yetenekleri ile belli bir seviyeye kadar gelebilen gençlerin, kulüplerinin A takımlarında ve milli takımlarda yer alabilecek düzeye gelmesi sağlanmalıdır.
Yukarıda saydığım ilk iki madde için yapılacak her türlü harcama, bütçede yatırım kalemi içinde değerlendirilmelidir. Bu yatırım uzun vadede kulüplerimizin mali bilançolarına artı değer olarak yansıyacaktır. Yetiştirilen futbolcular, transfer maliyetlerini düşüreceği gibi, ihtiyaç fazlasının satılması ve kiralanması ile elde edilecek gelirler ise önemli bir mali girdi olacaktır.
Yabancı kulüpleri için bu işbirliğini cazip hale getirmenin en önemli koşulu, talep edilen sistem kuruluş masraflarını ve eğiticilerin ücretlerini istenen seviyede karşılamaktır. Bu işbirliğini karşı taraf için cazip hale getirmenin bir yolu da alt yapıdan yetişecek oyuncuların lisanslarına ortak etmektir. İşbirliği yapılan kulübün bu işbirliğinden gelir elde etmesi de sağlanırsa uzun vadeli bir işbirliğinin temelleri atılmış olur.
En verimli alt yapıya sahip olan Barcelona kulübü, alt yapıdan yetişen oyuncuların mali katkısını ölçümlemek için şöyle bir hesaplama yöntemi oluşturmuş: Son 10 yılın verilerin kullanarak, zaman içinde A takımında yer alan her bir oyuncunun, genç takımlar sürecindeki maliyetini, üzerine tüm altyapı kategorilerinde oynayan oyuncuların toplam maliyetini de ekledikten sonra, A takıma yükselen oyuncu sayısına bölmüşler. Elde ettikleri oyuncu birim maliyeti 2 milyon Euro çıkmış. Yani, her A takıma çıkarttıkları oyuncunun maliyetini 2 milyon Euro’da tutarak transfer giderlerinde çok önemi tasarruf sağlamışlar. Barcelona’da oynayan futbolcuların değerlerini düşününce, 2 milyon Euro’ya mal edilmiş futbolcu çok ucuza kazanılmış futbolcu demektir. Türkiye’de bu maliyetler çok daha aşağılarda olacaktır.
Bu konuda en somut adımı Başakşehirspor kulübü atmıştır. 11 Şubat 2015 tarihinde Atletico Madrid kulübü ile birlikte yaptıkları basın toplantısında, bu iki kulübün ortak altyapı çalışması yapacaklarını açıklamışlardır. Göksel Gümüşdağ, bu işbirliğini şöyle açıklıyor, “ Atletico Madrid’le birlikte İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü’nün altyapı paylaşımı, buradaki teknik adamların Madrid’e, Madrid’deki teknik adamların buraya gelmesi ve burada yaşıyor olması sağlanacak. Altyapıyla ilgili bu evliliğimizi, bu birlikteliğimizi de zannediyorum mart ayının sonunda ya da nisan ayının başında bir imza töreniyle gerçekleştireceğiz.”
Ayrıca, bu projenin hayata geçmesi ile birlikte, yıl içinde farklı aylarda en az 10 oyuncunun Atletico Madrid’e gitmesi, antrenmanların yanı sıra orada okuması ve yaşaması hedefleniyor. Madrid’e gidecek oyuncuların gerekirse 1-2 yıl oranın altyapılarında kalması planlanıyor.
Bu işbirliği gerçekleşirse Türk futbol endüstrisi için gerçekten büyük bir adım atılmış olacak. Büyük takımların da vakit geçirmeden bu model üzerine gelecek planları yapma vaktinin geldiğine inanmaktayım.
Beşiktaş’ın mevcut durumuna bakacak olursak Fikret Orman döneminde borçların oldukça yüksek oranda arttığı açıktır. Bu borçlanmanın nedenlerini iyi analiz edebilmemiz için dünya kulüplerinin gelir kalemlerine bakmamız gerekmektedir. Finansal analiz yapan kurumlar, yazımın başında da belirttiğim üzere, futbol kulüplerinin gelirlerini üç kalem altında toplamaktadırlar. Bu kalemler;
1) Maç günü (stadyum) gelirleri dediğimiz kombine gelirleri ve bilet satışlarıdır. Bu kalem yaklaşık toplam gelirin %25-30’u civarındadır.
2) Yayın hakkı gelirleri, maçların yayın hakkına sahip TV kuruluşundan elde edilen gelirlerdir. Bu gelirler toplam gelirin %30-35’i civarındadır.
3) Ticari gelirler başlığında, reklam, sponsorluk, ürün satış gelirleri, lisans gelirleri, oyuncu satışından elde edilen gelirler bulunmaktadır. Bu gelir kalemi de toplam gelirin yaklaşık %30-35’i arasında değişmektedir.
Beşiktaş, son iki sezondur stadyum gelirlerinden yoksun olarak faaliyet göstermektedir. Yani toplam gelirinin %25-30’unun çok az bir kısmını elde edebilmektedir. Bu eksiklik elbette diğer gelir kalemlerini, özellikle de sponsorluk ve ürün satışı gibi ticari gelirleri olumsuz etkilemektedir. Beşiktaş’ın Galatasaray ve Fenerbahçe ile rekabetini sürdürebilmesi için stadyumu yatırımını yapması gerekmekteydi. Bu çok doğru bir karardı. Zira bu iki kulübün stadyum gelirleri ile Beşiktaş’ın stadyum gelirleri karşılaştırıldığında makasın Beşiktaş aleyhine açılmakta olduğunu görmekteyiz.
Rekabette yatırımın durdurulmaması gereken bir diğer konu ise futbolcu transferleri idi. Bu konuda, Barcelona’nın 2003 yılındaki durumunu örnek vermek istiyorum: Oyuncu ücretlerinin toplam gelire oranı, optimum olarak %50-55 olarak kabul edilir. Söz konusu yılda Barcelonalı oyuncuların ücretleri gelirlerin %88’ine ulaşmış.186 milyon euroluk bir borç var. Yani yıllık gelirin %151’i. Buna karşın Barcelona yöneticisi Soriano şunları söylüyor;
“Ancak tutumlu davranmayı seçseydik – sportif yatırımları kulüp ekonomisinin sağlamlaşacağı zamana erteleyerek- baş döndürücü bir hızla büyümekte olan rakiplerimize karşı çok değerli zamanı yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktık.”
Beşiktaş’ın da GS ve FB rekabetine karşı, futbolcu transferinden tasarruf etmesi beklenemezdi. Makul ücretlerle yapılan transferlerle bu iki takıma kafa tutabilen bir takım yaratıldı. Sezon sonunda bu takımın şampiyon olması kimse tarafından sürpriz kabul edilmemelidir. Bunca haksızlığa ve hukuksuzluğa rağmen halen liderse, bu konum tesadüfi olamaz.
Fikret Orman yönetimindeki Beşiktaş’ın elbette yanlışları da olmuştur. Bu yanlışların başına alt yapıya yeterince özen göstermemelerini koyabiliriz. Zira alt yapıya bugün yapılacak yatırımın meyvelerini 3-4 yıldan önce toplamak mümkün değildir. Günü kurtaracak çözümlerle boğuşmak zorunda kalan Beşiktaş yönetiminin acilen alt yapı konusunda ciddi adımlar atması sağlanmalıdır. Beşiktaş camiası bu yatırım için yönetime baskı yapmalıdır.
Bu konuda ciddi yatırımların yapıldığı görülürse Beşiktaş camiası sabır içinde bu geçiş dönemi için gerekli krediyi verir.