Yeni Dış Ticaret Rejimi ve 1977’de Yayınlanan Bir Makalenin Düşündürdükleri
İKTİSAT DERGİSİ NİSAN 1984
İ. Hayri CEM, İstanbul Üniversitesi
Nedense, Türkiye’nin gerek ekonomik gerekse siyasi hayatında alınan önemli kararlar, alındığı günün tarihiyle anılır. 6 Ağustos, 12 Mart, 12 Eylül, 24 Ocak, 6 Kasım, 29 Aralık vs. gibi. Gerçekten de, anılması kabul gören bu tarihler, Türkiye ekonomik ve siyasi tarihinin kilometre taşları haline gelmişlerdir. Son üç yılda en çok tartışılan ve üzerinde ‘konuşulan ekonomik tarihsel karar 24 Ocak kararları olmuştur. 24 Ocak kararları ya da «Türk Modeli»nin bu denli tartışılmasına yol açan özelliği ise, «yapısal» denilebilecek değişiklikler önermesidir. Kararlar alındıktan bir süre sonra 12 Eylül Hareketinin gerçekleşmesi ve daha sonra da A.B. Kafaoğlu’nun işbaşına getirilmesi, kararların uygulanmasını bir süre geciktirmişti.
Ancak 6 Kasım seçimleri ile iş başına gelen Özal Hükümetinin önünde bu kararları uygulamak açısından hiç bir engel yoktu. Artık iş, kararları tamamlayıcı diğer kararların alınmasına kalmıştı. Ve peşinden 29 Aralık kararları geldi. Şimdi ise üzerinde en çok konuşulan karar 29 Aralık Kararlarıdır. Öyleki, bazı çevrelerce «Ekonomide Devrim» olarak dahi adlandırılmaktadır.
29 Aralık kararlan «Ekonomide Devrim» olmasa da, önemli bir «yapısal» değişikliğe atılmış adımların ilk habercisi gibi görünmektedir. 1930’lardan beri dış rekabete karşı çeşitli araçlarla korunan yerli sanayi, bundan sonra sözde kendi başının çaresine bakmaya terkedilmiştir!!) İthal ikameci sanayileşme politikası yerini ihracata yönelik sanayileşmeye bırakmıştır. Ancak bu kararlarla ihracata yönelik bir sanayi yapısının doğabileceği konusu şüphelidir. Bir yandan mevcut sanayii gümrük fonlarıyla memnun etmek diğer yandan ise İhracatçı sermayeyi korumak nedenli başarılı olabilir? Bu yazımızda ithal ikameci sanayileşme başarıya ulaşmışmıdır, ihracata yönelik sanayileşmeye geçmek için henüz erken midir, ya da Türkiye ara ve yatırım mallarında ithal ikameci bir politika izleseydi daha mı başarılı olurdu sorularını bir kenara bırakarak sadece Sayın Özal’ın deyimiyle «Tekellerin belinin kırılıp» kırılmayacağı sorununa değinmeyi daha yararlı bulmaktayız.
29 Aralık Kararlarıyla Dış Ticaret Rejimimizin alabildiğince «Liberalleştirildiği» öne sürülmekte ve «Tekellerin belinin kırılacağı» iddia edilmektedir. Oysa ihracata getirilen teşviklerden bir avuç ihracat şirketinin yararlanacağı gün gibi aşikârdır. 500 milyon TL sermayesi olan ve 50 milyon ABD Doları tutarında ihracatı gerçekleştiren şirketlerin sadece bu teşviklerden yararlandırılması değil tekellerin belini kırmak, yeni yeni tekellerin oluşmasına neden olacaktır. Bu sav, kararların alınmasının hemen ardından, hükümetin Doğu Blokuyla olan ticaretimiz konusunda aldığı kararlarla bizzat ispatlanmıştır.
Doğu Blokundan ithalat yapabilmek için, bir önceki yıl 50 milyon dolarlık ihracat yapmış olmak ön koşulu getirildi. Bu 50 milyonluk barajı aşan özel sektör sayısı ise 13’ü aşamamakta. 54 Kamu kuruluşu da Doğu Blokundan ithalat yapmaya yetkili kılınmışsa da bu kuruluşların temsilcilerinin Sovyetler Birliğindeki görüşmelere katılmamış olması bir hayli dikkat çekici. 1983’ün ilk 6 aylık döneminde toplam ithalatımızın %7.4’ü Doğu Blokundan sağlanmıştır. Bu %7.4’lük oran hiç te küçümsenecek bir rakam değildir, ve öyle gözükmektedir ki bundan sonra da 54 kamu kuruluşu bir kenara konulursa 13 özel şirket eliyle gerçekleştirilecektir. Çok doğaldır ki, 1983’ün ilk 6 aylık döneminde toplam ihracatımızın %5.2’sini oluşturan bu pazara bundon sonra ihracatta bu 13 şirket eliyle gerçekleştirilecektir. Bu şanslı 13 şirket : Yaşar Dış Ticaret A.Ş., Menteşoğlu Yem Sanayi ve Ticareti A.Ş., Cam Pazarlama A.Ş., Enka Pazarlama İhracat İthalat A.Ş., Edpa Pazarlama A.Ş., Çukurova Dış Ticaret A.Ş., Eksa A.Ş., İzdaş İzmir Dış Ticaret A.Ş., Ram Dış Ticaret A.Ş., Mepa Merkezi Pazarlama Şirketi A.Ş., Anadolu Eksport A.Ş., Akpa Tekstil İhracat Pazarlama A.Ş., Tekfen Dış Ticaret A.Ş. dir.
Şimdiye kadar Doğu Bloku ülkelerinden hammadde ve ara malı ithal ederek yaşamlarını sürdüren küçük ve orta ölçekli firmalar bu kararlardan sonra üretimlerini sürdürebilmek için ne yapacaklardır? Ya iflas ederek, işsizler ordumuza katkıda bulunacaklar ya da şimdiye kadar sürdürdükleri ithalatı 13’ler aracılığıyla sürdüreceklerdir. 13’lerin ithalattan alacağı komisyon, bu şirketlerin maliyetlerini artıracağından fiyatlara da yansıyacak ve bunun sonuçlarının yükü tüketici kitlesinin omuzlarına yıkılacaktır.
1983 yılı sonunda 6 milyar TL’de kalması beklenen ihracatın 1984 programında 6 milyar 850 milyona ulaşması hedeflenmektedir. Bazı ihracatçı kesimlere göre bu rakam aşılabilinir. Özal Hükümetinin bu ihracat artışı beklentisinde rol oynayan bir çok etken var. Öncelikle, son iki yıldır duraklama halinde olan dünya ticaretinin 1984’de yeniden %4 dolayında genişlemesi beklentisi, Özal Hükümetinin tahminlerinde etkili olmakta. Bunun dışında, şimdiye kadar kaçak yollardan yapılan ihracatın da resmi rakamlara girmesi bekleniyor. Buna ek olarak büyük ihracat şirketlerine sağlanan teşvikler de göz önüne alınırsa, Özal Hükümetinin hedeflerinin gerçekleşmeyecek hedefler olmadığı görülebilinir. Ancak, ithali serbest bırakılan mallar yerli piyasaya akın etmeye başlayıp, yerli ürünlere tercih edilir duruma gelirse ithalattaki «patlama» ihracatta beklenen artışla karşılanabilecek mi? Türkiye’nin döviz kaynakları bu artışı kaldırabilir mi? Bu soruların cevaplarının olumlu olduğu konusunda ciddi kuşkular taşımaktayız.
29 Aralık Kararlarıyla «iç piyasanın düzenlenmesi ve fiyat istikrarının sağlanması amacıyla, Fon ödemek suretiyle ithal edilecek mallar listesi ihdas edilmiştir». Libere listeden ithal edilen malların gümrük ve resimleri çıktıktan sonra kesilecek olan Fon, konut yapımında kaynak olarak kullanılacaktır, ithalattaki bu «liberalleşme» nin yerli sanayii dış rekabete açarak tekelleşme ve fiyat istikrarının kurulması amaçlanmaktadır. Bunu gerçekleştirecek olan araç olarakta «Fon»lar ileri sürülmektedir. Tekel durumunda olan ürünlerin ithalinde fonlar düşük tutulacak, bu da iç fiyatların düşmesine neden olacaktır(!)
Fonlu ithalatın iki önemli sonucu olabilir. Birincisi, ithal edilen mallar, yerli sanayie rakip sanayi malları ise ve bu malların fonları düşük tutulur ise bundan yerli sanayici zararlı çıkacaktır. Çünkü fonların alt ve üst sınırları çizilmemiştir. Fonlar, yerli sanayicinin maliyetlerini zorlayıcı sınıra kadar düştüğünde sanayicinin söz konusu alanda yatırım yapması caydırılacaktır. Belki de sanayici, söz konusu alandaki üretim faaliyetlerinden vazgeçerek daha kârlı olabilecek (muhtemelen ihracata yönelik) başka bir alana yönelecektir. İkinci sonuç ise fonların yüksek olması dolayısıyla ithal edilen malların fiyatının, iç piyasada üretilenden daha yüksek olması dolayısıyla (pil ithalinde olduğu gibi) yerli fiyatları suni olarak yukarı çekerek tekellere büyük kâr marjları sağlaması olabilir. Şimdilik birinci sonuçtan çok ikincisinin gerçekleşme olasılığı daha çok gibi görünmekte.
«Tekellerin belini kırmak» için oluşturulan fonların yüksek oluşu tekellerin bellerini doğrulturken, KiT’lerin bellerini kırmaktadır. KiT’lerin ürettikleri ürünlerin ithalatında gümrük ve istihsal vergileri düşürülüp, fon konulmazken, özel sektörün ürettiği pek çok malda hem vergiler yükseltilmiş, hem de yüksek fonlar konulmuştur. Örneğin, SEKA’nın ürettiği kâğıdın gümrük vergisi %25’ten %1’e, İstihsal vergisi %15’ten %10’a, matbaa ve yazı kâğıdının gümrük vergisi %50’den %30’a, istihsal vergisi %20’den %15’e, sigara kâğıdının gümrük vergisi %50’den %35’e, istihsal vergisi ise %20’den %15’e düşürülmüştür. Aynı şekilde, Türkiye Demir-Çelik İşletmeleri, Ereğli Demir Çelik, PET-KIM, Etibank, Karadeniz Bakır işletmeleri ve Seyd.şehir Alüminyum tesisleri gibj bakır, alüminyum, demir, çelik, ve plastik gibi sanayie hammadde ve ara malı üreten pek çok devlet tekelinin gümrük ve istihsal vergileri düşürülerek belleri kırılmağa başlanmıştır.
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli «yeni ithalat rejimini hazırlarken ilke olarak hammadde üreten sanayie %0 ile %15, ara malı üreten sanayie % 15-30, mamul mal üreten sanayie ise ithalatta %30-50 arasında gümrük vergisi koyduk»larnıı açıklamıştır. Bunun sonucu olarak ta, ülkemizde sanayie hammadde ve ara malı üreten kuruluşların başında gelen KiT’ler öncelikle dış rekabete açılmış oluyorlar. Öte yandan yüksek fonlar sonucu yerli piyasaya yüksek fiyatlarla girecek olan yabancı mallar suni olarak iç fiyatları da yükseltecektir. Bu yüksek fonların kaçakçılığı teşvik edeceği de yaygın bir kanı. Fonların yüksekliği ithal malını yükselteceğinden, fon ödemeden fiyattan yararlanma yollan daha cazip gelip, kaçakçılığı teşvik edebilir.
Aşağıdaki tablo, ithal edilebilecek malların yurtdışı ve Türkiye fiyatlarını göstermektedir. Tablo’dan da anlaşılacağı üzere ithal edilecek malların yurtiçi fiyatı bu koşullar altında, yerli ürünlerin kesinlikle altında olmayacaktır. Yerli ürünlerin fiyatlarının düşmesi bir yana, daha da artacağı kuşkusuz. Tablo’da yurtdışı fiyatları saptanırken, önce malın kaynaklandığı ülkeye göre % 13-15 Katma Değer Vergisi düşülmüştür. Daha sonra sırasıyla ortalama %10 perakendeci ve %5 toptancı kârı fiyattan düşülerek elde edilen fiyat TL ye çevrilmiştir.
İTHAL EDİLEBİLECEK MALLARIN YURT DIŞI VE TÜRKİYE FİYATLARI
Cinsi,markası Yurt dışı Gümrük Fon Kar Hariç fiyatı Türkiye fiyatı
BİNEK OTOMOBİLİ
Volkswagen Golf 1.061.668 922.589 230.647 2.214.904
Mercedes 190 2.007.309 1.744.351 1.744.351 5.496.011
Mercedes 280 SE 3.396.984 2.951.979 5.903.958 12.252.921
OTOMOBİL LASTİĞİ
Pirellj normal 8.013 5.319 3.000 16.332
BUZDOLABI
Hotpoint (orta boy) 40.465 31.061 60.000 131.526
ÇAMAŞIR MAKİNESİ
AEG (5 kg. çam./otom.) 77.050 55.260 Yok 132.310
Pervaneli-merdaneli. Yaklaşık 20 yıldır üretilmiyor ve satılmıyor
BULAŞIK MAKİNESİ
Bosch 69.407 69.699 60.000 1 99.106
TELEVİZYON
Grundig 56 ek. renkli stereo,
uzaktankumandalı 100.365 76.478 120.00 296.843
Grundig 34 ek., siy./bey 23.084 17.590 42.000 82.638
VİDEO
Grundig 2 x 4 108.009 124.416 120.000 352.425
Toshiba 83.311 95.966 120.000 299.277
Sony C-20
(stereo uzaktankumandalı) 110.089 126.812 120.000 356.901
Sony C-7 (uzaktan kumandalı) üretilmiyorSony C-6 üretimden kaldırıldı
MÜZİK SETİ
Pioneer X G7 TL (2 x 70) 163.646 188.504 12.000 364.150
ÜTÜ
Rowenta (buharlı) 5.173 4.495 6.000 15.668
ELEKTRİKLİ ŞOFBEN
Dikiş makinesi 28.116 33.959 Yok 62.075
Singer (Elektrikli) 23.007 27.778 Yok 50.795
DETERJAN
OMO (1 kg.) 307 267 Yok 547
Tereyağı (1 kg.) 1.024 599 300 1.923
Peynir (Kaşar ayarı) 1.228 718 120 2.066
Margarin (Rama, 1 kg.) 623 Yok 60 683
NOT : Yurt dışı fiyatının hesaplanmasında İngiltere ve Almanya’deki fiyatlar temel alınmıştır.
KAYNAK: Cumhuriyet Gazetesi, 78/1/1984
Yeni Dış Ticaret Rejiminin, ülkedeki tekellerin belini kıramayacağı gün gibi aşikâr. İşveren çevrelerinde koparılan gürültü bundan kaynaklanmamaktadır. Bazı işverenlerin kaygısı, bundan sonra Dış Ticaret Rejiminin sağladığı teşvik olanaklarından sadece bir avuç ihracat firmasının çok büyük rantlar sağlayacak olmasıdır. Bundan sonra Türkiye’nin iktisadi yaşamında bu bir avuç ihracatçı firma da söz sahibi olacaklardır. İhracatçı olmayan (ya da büyük boyutlarda ihracat yapmayan) sanayicinin kaygısı buradan kaynaklanmaktadır. Daha şimdiden büyük ihracatçılar «dış rekabete karşı»(!) örgütlenmektedirler. 14 ihracatçı sermaye şirketinin biraraya gelerek kurduğu «İhracatçılar Derneği» toplam Türkiye ihracı içinde ihracatçı sermaye şirketlerinin payını %50’ye yükseltmeyi hedeflemektedir. İhracatçılar Derneğinin beş ana amacı vardır: 1) Türk ihracatçı şirketlerine dış pazarlarda etkinliklerini artırıcı yönde hizmet vermek, 2) Türk ihracat şirketlerine gerek Türkiye, gerekse dünya piyasaları hakkında bilgi sağlamak, 3) İhracatla ilgili sorunları yakından izleyerek bu sorunların çözümü konusunda kamu otoritelerine yardımcı olmak, 4) Bir yandan dış ticaretin geliştirilmesi için yabancı firmaların Türkiye’ye ilgisini çekmek, diğer yandan da Türkiye ekonomisinin dışa yönelmesine katkıda bulunmak amacıyla ihracatla ilgili çeşitli konularda eğitim kursları, seminer ve konferasnlar düzenlemek, yayın faaliyetlerinde bulunmak, 5) sağlıklı ticari ilişkilere yol açacak firmalar ve kişiler arası bağlantıların kurulabileceği bir danışma merkezi haline gelmek.
Derneğin üçüncü maddesi, ister istemez akıllara 1927 yılında kurulan Ali İktisat Meclisini anımsatmakta. Ticaret sermayesinin temsilcilerinden oluşan bu meclis, hükümet organlarına yaptığı tavsiyelerin nitelikleri konusunda Dr. Orhan Kurmuş’un 1976 Sanayi Kongresinde sunduğu tebliğe bjr göz atmakta yarar olduğu kanısındayız. Makale bir çok açıdan ilginç sayılabilecek yaklaşımlar ileri sürmekte. Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşememenin nedenlerini alışılagelmişin dışında, yeni bir yaklaşımla irdeleyen yazar, ticaret sermayesinin sanayi önünde nasıl engel teşkil ettiğini gözler önüne sermektedir. Makale, geçmişi değerlendirirken çok önemli eksiklikleri doldurup, gelecek hakkında da önemli sinyaller vermektedir. 1977 yılında TMMOB’nin «Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye Sanayii» adlı kitapçığın içinde yayınlanan bu makaleyi yazımızın sonuna almaktaki amacımız hem geçmişte sanayiin gelişememesinin nedenleri hakkında fikir edinmek hem de yerli sanayimizin geleceği hakkında öngörülerde bulunmaktır. 1920’ler Türkiyesi ile 1984 Türkiye’sini kesinlikle özdeşleştirmek gibi bir amacımız yoktur. Tarih elbette tekerrürden ibaret değildir. Ama geçmişe bakmadan da geleceğin görülebileceğini kimse iddia edemez sanırız.
Cumhuriyetin ilk Yıllarında Sanayiin Korunması Sorunu ve Ticaret Sermayesinin Tavrı
I. GİRİŞ 1920 – 1930 yılları arasındaki sanayileşme çabalarını çeşitli yönlerden incelemek mümkündür. Bu konuda şimdiye kadar en çok revaç gören yöntem, konuyu 1923 İzmir iktisat Kongresi ile başlatmak. 1927 yılı Sanayi Sayımı’nın verilerini özetlemek ve aynı yıl çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu yorumlamak biçiminde oldu. Yerli ve yabancı bazı yazarların ileri sürdüğü ve Türkiye’de bu dönemde yabancı sermaye yatırımları olmadığı çünkü hem Türkiye hükümetinin yabancı sermayeye soğuk davrandığı hem de yabancı sermaye sahiplerinin Türkiye’yi güvenilir ve kârlı bir yatırım alanı olarak görmedikleri görüşü (1) bir süre üzerinde önemle durulan bir konu oldu. Ta ki ciddi bir bilimsel araştırmayla çürütülünceye dek (2).
Yukarıda söz ettiğimiz araştırma yönteminin kendine özgü bir mantığı ve getirdiği bazı kolaylıkları vardır. Kendine özgü mantık, devlet yönetimi üzerinde etkili olarak kendine çıkar sağlamaya çalışan sermaye grupları arasındaki mücadeleyi yok saymak eğilimindedir. Bu mantığa göre bütün sermaye grupları, aralarında ciddi bir çıkar çatışması olmadan, elele vermişler ve Türkiye’nin sanayileşmesi için çalışmaktadırlar. Bu yaklaşım aynı zamanda «resmi» diye adlandırabileceğimiz tarih görüşü ile de tam bir uyum içindedir.
Bu yaklaşımın getirdiği kolaylık ise, kendine özgü mantığa uygun olarak, «resmi» görüşün ileri sürdüğü sonuca kendiliğinden ulaşmak biçiminde belirir. 1920 – 1930 yılları arasında Türkiye’de neden sanayileşme olmadığı sorusuna «resmi» görüş şöyle cevap verir: «Sanayi sermayesi ve Türk müteşebbisleri o denli güçsüzdü ki sağlanan bütün olanaklara rağmen beklenen sanayileşme gerçekleşemedi.» Bu cevap aynı zamanda devletçilik politikasına geçişin önemli gerekçelerinden birini içermektedir.
Tarihsel gelişmesinin yarattığı ağır yükleri taşıyan ve uzun savaş yılları boyunda normal bir gelişme çizgisi izleyemeyen Türkiye ekonomisinin kısa sürede hızlı bir sanayileşme hamlesi yapamayacağı doğal olduğu için bu görüş şimdiye dek tartışmasız kabul edildi. Görünür gerçeği büyük ölçüde yansıttığı için de tartışma gereği pek duyulmadı. Bu tebliğin amacı, gerçeğin yansıtılmayan bölümünün araştırılması için bir başlangıç noktası oluşturabilecek bazı olguların tartışmaya sunulmasıdır. Unutulmaması gerekir ki uzunluğu ve sunuş süresi zorunlu olarak sınırlandırılmış bir tebliğde amacımıza tam anlamıyla varmanın imkânı yoktur. Bu nedenle bu tebliğ tartışmaya kısa bir başlangıç niteliği taşımaktadır.
II. 1920’LERDE SANAYİİ KORUYUCU BİR GÜMRÜK POLİTİKASI ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Gelişmiş sanayilere sahip ülkelerin varolduğu bir dönemde sanayileşme girişimlerinin başarıya ulaşması için gerekli koşullardan birisi kurulmuş veya kurulacak sanayileri dış rekabete karşı etkin biçimde korumaktır. Korumanın en çok uygulanan biçimi ise belirli malların ithalatını azaltıcı ve hatta, eğer gerekirse, yasaklayıcı nitelikte gümrük tarifeleri koymaktır. Bu yöntem, arzu edilmeyecek bazı yan sonuçları da içermesine rağmen, büyük miktarlarda üretilen ve ucuza mal olan yabancı malların yıkıcı rekabetine karşı yerli sanayii ayakta tuttuğu ve gelişme olanakları sağladığı için tarihsel olarak en çok kullanılan yöntem olmuştur.
İncelediğimiz donemde beklenen sanayileşmenin gerçekleşmemesinin nedenlerinden biri olarak Türkiye’nin bu dönemde bağımsız bir gümrük politikasına sahip olamaması gösterilir (3). Lozan Antlaşması hükümlerine göre Türkiye’nin gümrük tarifelerini 1929 yılına kadar 1916 yılı düzeyinde tutmaya zorlanması gerçeği bu iddiayı doğrular gibi görünmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse iddia edilen nokta şudur: Eğer Lozan Antlaşmasının bağlayıcı hükümleri olmasaydı Türkiye koruyucu gümrük tarifeleri koyacak ve sanayiini gerektiği biçimde koruyacaktı. Halbuki, Türkiye bu olanağa ancak 1929 yılında kavuştu ve ancak bu tarihten sonra koruyucu gümrük tarifeleri uygulanabildi.
Genellikle kabul gören bu görüşe ilk ağızda iki açıdan eleştiri yöneltilebilir. Birincisi, Lozan Antlaşmasının gümrük tarifeleri konusunda Türkiye’ye tanıdığı bir hakkın yeterince kullanılmamış olmasıdır. Gerçekten de, Türkiye alım satımını devlet tekeline aldığı mallar için dilediği gümrük tarifesini uygulamakta serbest bırakılmıştı (4). Sayısı çok az bir kaç mal dışında bu hakkın kullanılmamış olması Türkiye’nin tutarlı bir koruma politikası uygulamada isteksiz olduğu kuşkularını doğurur.
İkinci eleştiri ise 1929 gümrük tarifesi ile ilgilidir. 1954 yılına kadar uygulanan bu tarife, iddia edildiğine göre, yerli sanayii koruyucu bir nitelik taşımaktadır. Ama bu tarifenin gerçekten koruyucu bir nitelik taşıdığı şimdiye dek bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Bir gümrük tarifesinin koruyucu olup olmadığı bu tarifenin efektif koruma oranının hesaplanmasıyla ortaya çıkar. 1929 tarifesi için bu oran şimdiye dek hesaplanmamıştır ve biz kanıt olarak yalnız resmi ağızlardan çıkan sözlere dayanarak 1929 tarifesinin Türkiye sanayiini koruduğuna inanagelmişizdir (5).
Beş yıl süreyle Türkiye’nin bağımsız bir gümrük politikasına sahip olamaması gerçeği bir taraftan sanayiin beklenen gelişmeyi gösterememesine bir gerekçe olarak kullanılırken diğer taraftan da sanki çeşitli sermaye grupları arasında koruyucu bir gümrük politikası uygulanması konusunda görüş birliği varmış sanısını yaygınlaştırmaya yaramıştır. Bu tebliğde tartışmaya sunacağımız konu, gümrük tarifeleri konusunda sanayi ve ticaret sermayelerinin sözcülüğünü üstlenen kuruluşlar arasında ciddi görüş ayrılıkları ve sert bir çıkar mücadelesi olduğudur.
Kanıt olarak sunacağımız veriler, sanayi sermayesinin sözcüsü durumunda İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Sanayi Şubesi tarafından hazırlanan üç rapordan (8) ve ticaret sermayesine yakın olduğu anlaşılan Ali İktisat Meclisi’nin 1928 yılı çalışmalarını içeren iki rapordan alınmıştır (7). İTSO raporlarının birincisini hazırlayan zeytinyağı fabrikatörü Basmacızade İzzet Bey i!e İzmir İktisat Kongresi’nin hazırlık çalışmalarını yürüten Heyet-i Faale üyesi fabrikatör İzzet Bey1 in (8) aynı kişiler olması olasılığı vardır. Diğer İTSO raporlarına katkıda bulunan bir diğer zeytinyağı fabrikatörü Sezai Ömer Bey ile İzmir İktisat Kongresi’ne İzmirli sanayiciler adına katılan ve Kongre Mazbata Encümeni’ne Sanayi Grubu temsilcisi olarak seçilen Sezai Bey (9) aynı kişiler olabilir. Zeytinyağı fabrikatörlerinin Sanayicilerin önde gelen temsilcileri olduğu ise İzmir İktisat Kongresi’ne katılan Sanayi Grubu’nun başkanlığına Ayvalıklı zeytinyağı fabrikatörü Selahattin Bey’in seçilmesinden bellidir (10).
Ali İktisat Meclisi 1927 yılında çıkarılan bir yasayla kurulan bir danışma organıdır. Asıl işlevi özel sektör isteklerinin hükümete yansıtılmasıdır. Meclis’in 24 üyesinden yarısı hükümet tarafından atanmakta, diğer yarısı ise Ticaret ve Sanayi Odaları tarafından seçilmektedir. Seçimle gelen üyelerle birlikte Ali İktisat Meclisi ticaret sermayesinin ağr bastığı bir kurum haline gelmiştir (11).
Gümrük tarifeleri aracılığıyla yerli sanayii koruma konusunda Ali İktisat Meclisi’nin 1928 yılında ileri sürdüğü fikirler ile 1922 ylında kurulan Milli Türk Ticaret Birliği’nin yaptığı öneriler hemen hemen birbirlerinin aynsıdırlar. İzmir İktisat Kongresi’ne götürülecek önerileri saptamak için Milli Türk Ticaret Birliği’nin yaptığı hazırlık toplantısı tutanaklarından öğrendiğimize göre büyük tüccarları sanayii koruyucu bir gümrük politikasını ilke olarak serbest ticaret politikasına tercih etmektedirler (12). Ali İktisat Meclisi de klasik iktisat kuramının serbest ticaret ilkelerini şiddetle eleştirerek «serbestii ticaret prensiplerine müstenit bir cihan iktisadiyatı bugün sadece bir nazaryeden ve hayalden ibarettir» 113) demektedir. Sanayiin korunmasına yönelik bir gümrük politikası ilke olarak kabul ediliyor gibi görünse de bu ilkenin uygulanması konusunda tüccar sermayesinin ileri sürdüğü koşullar koruyucu gümrük politikasını tümüyle saptırıcı niteliktedir.
Milli Türk Ticaret Birliği’nin hazırlık toplantısında Birlik Genel Sekreteri Ahmet Hamdi Bey «Biz koruma sistemini memleket için serbest ticaret sistemine tercih ettiğimizi söylüyoruz. Bu konuda koyulacak kayıt ve şartların tabii tartışılması gerekir» (14) diyerek tüccarların koruyucu gümrük politikası için saklı tuttukları bazı koşullar olduğunu belirtiyordu. Bu koşulların ne olduğu Birliğin İzmir İktisat Kongresi’ne sunduğu raporda açıkça görülüyor. Birlik «akilane (akılcı) ve müdekkikane (inceleyici, araştırıcı) olmak sortiyle himayekâr bir gümrük sistemine taraftardır.» (15). Bir gümrük sistemi bazı sermaye grupları iiçn akılcı olabilirken başka sermaye grupları için akla aykırı olabileceğine ve şimdiye dek gümrük sistemlerinin akla yakınlığını ölçebilecek nesnel kıstaslar geliştirilemediğine göre Milli Türk Ticaret Birliği’nde toplanan büyük tüccarların ne tür bir koruyucu sistem amaçladıklarını anlamak imkânı yoktur.
Raporu okumaya devam edince görüyoruz ki tüccar sermayesi gerçekten koruyucu bir gümrük sistemi arzulamamaktadır. Kısa sürede kurulması zor olan sanayi kollarını korumak için gümrük duvarlarının yükseltilmesine şiddetle karşı çıkan tüccarlar daha sonra sanayi teşvik ve koruma için gümrük politikasını hem tek hem de uygun bir araç olmadığını söyleyerek asıl görüşlerini ortaya koymaktadırlar (16).
1929 yılında uygulanmaya başlanacak yeni gümrük tarifesinin hazırlanması sırasında Ali İktisat Meclisi’nin ileri sürdüğü görüşler, Milli Türk Ticaret Birliği’nin raporunda yer alan ve İzmir iktisat Kongresi’nde tüccar grubunun esasları arasında kabul edilen görüşleri tümüyle tekrarlamakta ve daha da ileriye giderek yeni ilkeler getirmektedir. Meclis’in bu konudaki görüşlerinin bir bölümünü bugünkü dile çevirerek vermenin uygun ve aydınlatıcı olacağını düşündük:
«Gümrük tarifeleri ve dış ticaret politikası söz konusu olurken bizde akla gelen önlem, yerli sanayii dış rekabetin etkilerinden aylıtarak koruma önlemidir. Gerçekten de bazı devletler, yabancı sanayii mallarının ithalini yasaklayarak veya bu sonucu doğuracak kadar yüksek ve ağır gümrük vergileri uygulayarak yerli sanayii korumuşlardır. Ama bu örneklerin hiçbiri mutlaka makbul olarak düşünülemez. Gümrük politikamızın kıskanç ve tutucu bir düşünceden esinlenerek uygulanması caiz değildir.
Korumada zorlama ve aşırılık çoğu kez «iktisadi tecride yol açar. Zorlayıcı koruma ve iktisadi tecrit, dış rekabeti tamamiyle kaldıran ve yok eden ağır ithalat vergisinin yerli sanayiin yabancı sanayi ile rekabet etmesi olanağını yok edeceği nedeniyle kabul edilemez. Çünkü ülke sanayiini tembelliğe yöneltme tehlikesi vardır.» «Koruyucu gümrük vergileri… hiçbir zaman aşırıya vardırılmamalıdır.» (17).
Görüldüğü gibi Ali İktisat Meclisi daha önce serbest ticaret kuramını eleştirip koruyucu gümrük politikasını ilke olarak kabul eder gibi görünürken şimdi de koruyucu gümrük politikasını serbest ticaretçilerin kullandığı iddialarla eleştirmektedir. Uygulanacak gümrük politikası hakkında genel çizgisi böyle olan Ali İktisat Meclisi’nin özel sorunlar hakkındaki önerileri ise bu kurulun temsil ettiği çıkarları apaçık ortaya koymaktadır.
Meclis’e göre, çimento sanayiinin yüksek gümrük duvarlarıyla korunması çimento üreticilerine «lüzumundan fazla faide temin etmektedir» (18). Meclis’in bulgularına göre çimento sanayii %39 kapasite ile çalışmakta ve ürünlerini yabancı malı çimento fiyatlarının %80 fazlasına satarak ton başına 639 kuruş kâr elde etmektedir. Bu yüzden de Meclis çimento sanayiini koruyan gümrük resminin «makul» bir orana indirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Önemli bir diğer yapı malzemesi olan kereste için de Meclis aynı görüştedir. Yüksek gümrük duvarlarının yerli kereste fabrikatörlerine metreküp başına %400 kâr sağladığını ileri süren Meclis aynı zamanda yerli kereste üretiminin iç talebi karşılayamadğını bunun ise «milli imar faaliyetini» baltalamakta olduğunu söyleyerek «kereste resminin makul bir hadde tenzilini» önermektedir (19).
Ağır sanayiin potansiyel gelişme olanakları olduğunu kabul eden Ali iktisat Meclisi çeşitli nedenler yüzünden bu olanakların rasyonel biçimde kullanılmasının çok güç olduğunu ve o zamana dek yapılan tüm girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyerek (20) gümrük politikasının kurulacak ağır sanayii koruyucu yönde olması için geçerli bir neden görmemektedir (21). Böylece, kendi sermaye birikimiyle ağır sanayi kurabilecek bir sanayici kesiminin olmaması, kurulabilecek olan bu tür tesislerin potansiyel olarak bile koruyucu gümrüklerin kapsamı dışında bırakılmasına gerekçe olarak kullanılmıştır.
Türkiye’de var olan sanayi kuruluşları içinde tarıma dayalı sanayiden sonra en önemli yeri tutan ve toplam sanayi üretiminin yaklaşık olarak %18’ini üreten (22) iplik ve dokuma sanayiinin gümrüklerle korunması hakkında Ali İktisat Meclisi son derece olumsuz bir tavır içindedir .Örneğin, yerli ipek dokuma sanayiinin korunması konusunda Meclis şu görüştedir:
«İthal edilen ipekli dokumalar üzerindeki gümrük resmi aslında bu sanayiin korunması için yeterlidir.
Suni ipeğin ipekten ayrı bir dokuma maddesi olması ve bu yüzden de tüketim olanının tamamen başka olması nedeniyle ipeklerimize darbe vuracağı konusunda kuşkuya yer olmadığından ve suni ipek dokumacılığının gelişmesi de özellikle kârlı bir ev sanayii kolu sayılabileceğinden dolayı hammadde olarak suni ipek ithalatına izin verilmesini dileriz» (23).
Fiziksel özellikleri bakımından ipek ve suni ipek hammaddelerinin birbirlerinden farklı olmalarına rağmen, tüketicinin eline geçen ürünün kullanım alanı aynıdır ve aynı ihtiyacın giderilmesine hizmet ederler. Fiziksel özelliklerin ayrılığını ürün kullanma alanlarının ayrılığı biçiminde yorumlayan Ali İktisat Meclisi bu dayanaksız gerekçe ile yerli ipek dokuma sanayiinin korunmasına karşı çıkmakta ve ithalatın serbest bırakılmasını önermektedir.
Aynı olumsuz tavır yünlü dokuma sanayiinin korunması konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Teşvik-i Sanayi Kanunu ile birlikte yayınlanan gümrük vergisinden muaf eşya listesinde İspanya ve Avustralya imalatı kamgarn yün iplikler de vardır. Ali İktisat Meclisi bu ipliklerin gelecekte de gümrüksüz olarak ithal edilmeleri gerektiği görüşündedir. Miktar olarak sınırlandırılmayan veya ithalatı azaltıcı gümrük vergileri kapsamı dışında bırakılan yabancı yün ipliklerin yerli yün ipliği sanayiinin gelişmesini önleyebileceği yolunda ileri sürülebilecek bir iddiaya karşı Ali İktisat Meclisi’nin cevabı hazırdır : Bu uygulama yerli yün ipliği sanayiinin çökmesine yol açmaz çünkü yerli ipliklerden ancak metrekaresi 430 gramdan daha ağır olan kaba kumaşlar dokunabilmektedir. Halbuki hafif ve ağır kumaşların kullanım alanları ve tüketici kitleleri ayrı ayrıdır (24). Görüldüğü gibi yün iplik sanayiinin korunmasına gerek olmadığı yolundaki iddia ipekli dokuma sanayii hakkındaki iddianın aynıdır ve aynı nedenden dolayı gerçeğe aykırıdır. Yerli ipliklerden ancak kaba yünlü kumaş dokunabileceği iddiası da gerçek dışıdır çünkü, örneğin, Kayseri İplik Fabrikası her türlü dokuma için gerekli incelikte iplik üretebilmektedir (25).
Dokuma sanayii içinde en çok işçi çalıştıran ve en çok işyerine sahip olan pamuklu sanayiinin gümrük duvarlarıyla korunması fikrine açıkça karşı çıkamayan Ali İktisat Meclisi, pamuklu dokuma ithalatının serbest bırakılmasını talep etmemekle birlikte bu tür ithalata uygulanacak gümrük resminin «makul» bir düzeyde saptanmasını önermektedir. Bu «makul» düzeyin ne olduğu ise belirtilmemektedir.
Pamuklu dokuma ithalatının yerli sanayi zararına arttırılması anlamına gelen bu uygulama için Meclis iki gerekçe ileri sürmektedir. Yaptıkları hesaplamalara göre yerli pamuk üretiminin pamuklu dokumaya olan talebin ancak %68’ini karşılayabileceği bu gerçeklerden biridir. Diğeri de, Türkiye’de yetişen pamukların ithal edilen yabancı kumaşlar kalitesinde kumaş üretmeye elverişli olmadığı iddiasıdır. Bu nedenlerden dolayı da Meclis pamuklu kumaş ithalatı üzerine yüksek gümrük vergileri konmasına karşı çıkmaktadır (26).
Sanayiin korunması veya diğer nedenlerle konulabilecek yüksek gümrük tarifelerine karşı Ali İktisat Meclisi’nin aldığı olumsuz tavırla ilgili örnekler daha da çoğaltılabilir, örneğin. Meclis işlenmiş deri ithalâtının hiç gümrük alınmadan serbest bırakılmasını istemekte çünkü bu yerli sanayi dalının korunmaya ve geliştirilmeye değer olmadığını ileri sürmektedir. Aynı şekilde, lüks eşya ve mücevherat ithalatını serbest bırakılması önerilmekte, gerekçe olarak da bu tür eşyaların her zaman üretken sermayeye çevrilebileceği iddia edilmektedir (27).
Tüccar sermayesinin ve özelliği de büyük ithalatçıların çıkarlarını savunduğu anlaşılan Ali İktisat Meclisi’nin bu isteklerinin altında yatan ekonomik gerçek şudur: Sanayiin korunması ve teşviki amacıyla uygulanabilecek koruyucu bir gümrük politikası ithal ikamesi yoluyla yerli pazarın taleplerini karşılayacak bir sanayileşme yaratacak ve bu da hem kısa hem de uzun dönemde ithalatı azaltarak Türkiye’nin ithalat yoluyla yabancı ülkelere olan bağımlılığını ortadan kaldırma olanakları yaratacaktır. İthalatın azalması ise büyük tüccar sermayesinin kârlarını azaltacaktır. Bu nedenle sanayii teşvik edici ve ithalatı azaltıcı bir gümrük politikası tüccar sermayesinin çıkarlarına aykırıdır.
Büyük tüccarlar bu kaygılarında gerçekten de haklıdırlar. Korunmasının istemedikleri pamuklu ve yünlü dokuma sanayileri eğer gelişir ve yerli talebi karşılayacak duruma gelirse ithalatçılar için çok önemli bir kâr kaynağı kaybedilmiş olacaktır. 1923 – 1930 yılları arasında pamuklu dokuma ve pamuk ipliği ithalatının toplam ithalat değeri içindeki payı ortalama %30,48’dir. Aynı dönemde yünlü dokuma ithalatı ise toplam ithalat değerinin ortalama %7,33’ünü oluşturmaktadır (28).
Görüldüğü gibi bu iki kalem eşya ithalatın yaklaşık olarak %38’i değerindedir. İthalat bağlantıları için büyük bir sermaye yatırımı yapmayan ve finansman için büyük ölçüde yabancı kaynaklı kredi kullanan (29) ithalatçı tüccarların Türkiye’de pamuklu ve yünlü dokuma sanayilerinin gelişmesine karşı çıkmaları doğal sayılmalıdır.
Ama bu karşı çıkış İzmir İktisat Kongresi öncesi ve sırasında olduğu gibi açıkça olmamaktadır. Daha karmaşık, daha «bilimsel» görünen gerekçeler kullanılmakta, yabancı iktisatçıların kitaplarından örnekler verilmekte, istatistikler kullanılmakta, doğruluk derecesi belli olmayan hesaplamalar kanıt olarak gösterilmektedir.
Sanayi dış rekabete karşı korunmadığı takdirde nasıl gelişecektir sorusuna Ali İktisat Meclisi’nin verdiği cevap çok öğreticidir :
«… korumadan yoksun olduğu için güçlenip gelişemeyen sanayiin bizde de, bütün diğer memleketlerde olduğu gibi, belki bir duraklama devresi geçirdikten sonra kurulabilmesinden kuşku duymak için hiç bir özel neden yoktur» (30).
Ticaret sermayesi Türkiye’ de korunması gereken bazı sanayi dallarının olduğu düşüncesindedir. İşte bazı örnekleri: Çeltik ve susamyağı sanayileri; atnalı, çivi ve bakır sahan gibi madeni eşya sanayii kolları; tahta eşya sanayii; ancak, çömlek ve testi üreten toprak sanayii. «Gümrük siyasetimiz evvel emirde memleketimizin bu sahalarda inkişafını temin etmek gayesi dahilinde düşünülmek icap eder» (31).
1920 – 1930 yılları arasında kurulan 14 hükümetin programlarında sanayi ve sanayileşme süreci ile ilgili bir tek kelime bulmak mümkün değildir (32). Dolayısıyla, sanayiin korunmasına yönelik bir gümrük politikasından da söz edilmemektedir (33). Diğer taraftan, resmi görüşleri yansıtan ve birçok hükümet üyesi ile milletvekilinin üyesi bulunduğu Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti de Ali İktisat Meclisinin görüşleri paralelinde koruyucu gümrük tedbirlerine karşı çıkmaktadır. Bu kuruluşun Genel Sekreteri 1930 yılında toplanan Birinci Sanayi Kongresi’nin açılış ve kapanış konuşmalarını yaparken, devlet tarafından korunma isteyen sanayicilere ağır bir dille çatmakta ve yerli sanayiin «narin bir limonluk bitkisi» gibi sürekli bakım ve koruma gerektiren bir varlık olma yolunda ilerlediğini söylemektedir (34).
Devletin yarı resmi bir organı durumunda olan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin de desteğini sağlamış görünen Ali İktisat Meclisi 1929 gümrük tarifesinin hazırlanışı sırasında, daha önce değindiğimiz konular dışında, tarifenin genel yapısıyla ilgili istekler de ileri sürmektedir. Gümrük dışı serbest ticaret bölgeleri kurulması ve yeni tarifenin hazırlanılması sırasında uzmanlardan yararlanılması gerektiği gibi görüşlerin yanısıra Meclis yeni tarifenin değere göre (ad valorem) gümrük değil ağırlığa göre (spesifik) gümrük sistemi esas alınarak hazırlanmasını istemektedir. Ağırlığa veya birim mal Çizerine kurulmuş bir gümrük tarifesi ise, bilindiği gibi fiyat yükselmeleri karşısında ithalatçıların daha yüksek gümrük vergisi ödemesini engellemekte ve ithalatçı kârlarını arttırmaktadır. 1929 gümrük tarifesinin, nedeni ne olursa olsun, spesifik yani ağırlığa göre bir tarife olarak düzenlenmesi ticaret sermayesinin bekleyişlerinden birisinin gerçekleşmesi açısından ilginçtir.
Ali İktisat Meclisi’nin diğer isteği, tarifede belirtilecek olan malların mümkün olduğu kadar az sayıda madde ve istatistik pozisyonu içinde toplanmasıdır (35). Bir gümrük tarifesi ne kadar az madde ve mal grubu içerirse tarife o kadar koruma açık olur ve yüksek gümrük vergisi vermesi gereken bir ithal malı kolaylıkla başka bir mal grubu içindeymiş gibi yorumlanabilir. Bu durum ise ithalatçı tüccarların çıkarlarına uygun düşer. 1929 yılı tarifesi büyük bir olasılıkla bu istek doğrultusunda 1827 istatistik pozisyon içerecek biçimde düzenlenmiştir (36).
Ticaret sermayesinin bu isteklerine karşı sanayicilerin çıkarlarını savunur görünen İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Sanayi Şubesi raporlarında yeni gümrük tarifesi hakkında Ali İktisat Meclisi’nin Görüşlerine zıt öneriler, gümrüklerin azaltılması ve ticaretin serbestleştirilmesi ilkesine karşı olarak sanayiin yüksek gümrük duvarlarıyla korunması ilkesini içermektedir. Türkiye’de üretilebilen ham ve mamul maddelerin ithalatının sınırlanması sonucunda sanayiin gelişmesini sağlayabileceği (37) noktasından hareket edilerek ithalatı kısıtlamanın en geçerli yolunun yüksek gümrük tarifeleri olduğu savunulmaktadır (38). Ali İktisat Meclisi’nin aksine, belirli mal grupları için tarife oranlarının ne olması gerektiğini belirtmeyen Sanayi Şubemiz yalnız ayakkabı ve kösele gümrüğünün 15 – 20 misline arttırılması (39) konusuna değinmekte, diğer mal grupları için ise ancak genel sayılabilecek görüşler ileri sürmektedir. Özet olarak Sanayi Şubesi, yerli sanayiin yüksek gümrük duvarları aracılığıyla dış rekabetten korunmasını istemektedir.
Sanayicilerin yakındıkları ve kendi yararlarına çözülmesini istedikleri bir diğer sorun ise Teşvik-i Sanayi Kanunu çerçevesinde hammadde olarak nitelenen ve dolayısıyla da gümrük vergisinden bağışık tutulan bazı ithal mallarının aslında Türkiye’de üretildiği ve bu malların gümrüksüz ithalatının yerli sanayie büyük darbeler vurduğudur. Bu yüzden İTSO Sanayi Şubesi, gümrük bağışıklığı sağlanan mallar listesinin uzman bir kurul tarafından gözden geçirilmesini ve yerli sanayie zararı dokunan malların liste kapsamında çıkarılmasını istemektedir (40).
III. SONUÇ
Politik iktidarı etkileyen veya elinde tutan değişik sermaye kesimleri arasında süren ve daha yüksek kâr elde etme amacına yönelik çıkar çatışmasının Cumhuriyetin ilk yıllarında, ticaret ve sanayi sermayeleri arasında, daha çok gümrük tarifeleri sorunu üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Bu mücadelenin diğer yönlerinin (örneğin, sanayi ve tarım sermayesi, sanayi ve banka sermayesi arasındaki mücadeleler) de incelenmesi 1920 – 1930 döneminin ve belirgin özelliği «devletçilik» olan 1930 sonrası döneminin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Cumhuriyet dönemi iktisat tarihinin ise, yıllardır bizlere anlatıldığı ve bizim inanmamız istendiği biçimiyle değil, bir tüm olarak bilimsel açıdan yeniden incelenmesi ve yazılması mutlaka başarılması gereken bir görevdir.